
BU "BAŞKA BİR TANIM" NASIL BİR SİSTEM GETİRECEK?
Başka bir vatandaşlık tanımı, nasıl bir toplum ve devlet sistemi kurmayı gündeme getirecek? Sayın Türmen in yazısında bu soruya karşılık gelen paragraflar şunlardır:
"Bu talepler, ancak hak temelinde bir vatandaşlığın kabul edilmesiyle karşılanabilir. Bu haklar, temel hak ve özgürlükler yanında farklı olmaya ilişkin kültürel hakları da kapsıyor. Bireyin farklılığını koruyup geliştirebildiği bu haklara sahip olması, bunların anayasa ve yasalarla güvence altına alınması, azınlığın çoğunluğa karşı korunması yanında tüm vatandaşların birlikte yaşayabilecekleri ortak bir zemin yaratabilmek bakımından da önemli. Bu nedenle, kültürel hakların tanınması toplumda bölünmeyi değil bütünleşmeyi öngörür."
Buna göre anayasa, "bireyin/yurttaşın temel hak ve özgürlükleri" üzerine yükselmeyecektir. Bu olacak, ama bireysel haklara ek olarak bir de "topluluk hakları" inşa edilecektir. Yani şimdiki "devlet – birey" arasındaki doğrudan ikili ilişki, "devlet – milliyet (kültürel topluluk) – birey" biçiminde aracılı üçlü ilişkiye dönüştürülecektir.
Önerilen "başka bir vatandaşlık tanımı"nın TC vatandaşlığı ya da Türkiye vatandaşlığı olduğunu artık biliyoruz. Bilmediğimiz ve bu düşüncede olanların açıklamadığı şey, "kültürel hakları tanımak" işleminin ne anlama geldiğidir. Kolektif kültürel haklar, devlet ve toplum sisteminde nasıl kurulacak ve işletilecektir?
Şimdiki gibi etnik kimliklere kör bir devlet değil, bireylere etnik topluluklar ya da milliyetler huzmesinden bakan bir devlet inşa edilecektir. Şimdiki vatandaşlık sistemi doğrudan doğruya bireysel hak ve özgürlüklere dayanmaktadır. Önerilen sistemde ise, devlet ile birey arasına kolektif kültürel kimlik (Otto Bauer in diliyle milliyetlere kültürel özerklik), yani etnik grup/milliyet halkası yerleştirilecektir.
Şimdiki ulusal devlet ilkesi, bu tür bir mantığı reddeder. Bu sistemde devlet – birey ilişkisi ulusal kimlik (Türk vatandaşlığı) sayesinde doğrudan kurulur. Eğer herhangi bir birey, sinsice, kör kalınması gereken etnik kimliği bahane edilerek temel hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılırsa, bunun sonucu meşruiyetin yıkımı, yönetebilirliğin bunalıma düşmesi olur. Bu nedenle, bu tür uygulamalar genel kamuoyu süreçlerinin yanı sıra idare hukuku, - medeni hukuk – ceza hukuku hükümleriyle yasak kılınmıştır.
Önerilen formül ise, toplumdaki tüm "kültürel topluluklar"ın kendi hukuksal varlıklarına kavuşturulmasını ister. Bu, yazarın da belirttiği gibi "siyasal bir talep"tir; dolayısıyla ilk sonucu devlet – birey ilişkisinin yeniden kurulmasıdır. Bu formülde bireyler devletin karşısında bir yandan "birey olarak gerçek kişi"liğe, ama aynı zamanda ait olduğu kültürel topluluğun –milliyetin hukuksal kişiliğine de sahiptir. Devlet, bireyler arası eşitliği, milliyetler arası eşitlik süzgeci üzerinden sağlayacaktır.
Bu nasıl yapılabilir?
İki örnek düşünebiliriz: Örneğin, kolektif kültürel haklar bağlamında, etnik grup ya da milliyetlerin dillerinin de resmi dil sayılması gerekir. Demek ki yalnızca mahalledeki gündelik yaşam değil, asıl önemlisi siyasal ve yönetsel yaşam "çok dilli" hale gelecektir. Eğitim, savunma, bürokratik işlemler... , birden fazla resmi dille yürütülecektir.
Yine örneğin, bürokrasiye atamalar ve elbette genel ve yerel seçimler sisteminin de buna göre düzenlenmesi gerekir. Diyelim ki kamu yönetimine personel alımı, yönetici ataması yapılacak. "Eşit anayasal vatandaşlık" yani farklılıkların eşitliği ilkesi gereğince, işe alımlarda, her milliyete ülke nüfusunun içindeki payına uygun oranda kota ayrılması zorunlu olacaktır. Benzer biçimde, siyasal seçimlerde de her etnik topluluk/milliyet, ülke nüfusunun ne kadarını oluşturuyorsa, TBMM ve belediye meclisi sandalyelerinin o kadarlık yüzdesi bu gruplara ayrılacaktır.
Aksi halde, böyle düzenlemeler yapılmazsa, "etnik gruplar arasında anayasal eşitlik" emri nasıl sağlanabilir?
Böyle bir devlet işleyişinde merak edilmeye değer boyutlar vardır. Birkaçını şöyle dile getirebiliriz:
(1) Bireysel temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi görevinin ne kadarı devlete, ne kadarı kolektif kültürel hak sahibi milliyete bırakılacaktır?
(2) Devlet bireyler arasında eşitliği sağlamaktan mı, yoksa etnik gruplar/milliyetler arası eşitliği sağlamaktan mı sorumlu olacaktır?
(3) Kolektif kültürel hak toplulukları, yani milliyetler arasında ortak bağ ne üzerinden ve nasıl kurulacaktır?
(4) Uygarlığın en önemli işareti olan entegrasyon/bütünleşme , farklılıklar sürekli derinleştirilirken hangi mekanizmayla sağlanacaktır?
Yoksa kolektif kültürel hakları tanımak yukarıda belirttiklerimizden başka bir siyasal sistem mi öngörmektedir?
SONUÇ
Bu yaklaşımın, Yugoslavya nın Birleşmiş Milletler ve "uluslararası toplum" mandasında altı devlete bölünmesinden sonra ortaya çıkan Makedonya ve Kosova gibi örneklerde yaratılmış olan etnik topluluklar demeti" modelinden başka bir sistem vaat etmediğini söyleyebiliriz. Böyle bir sistemin, Türkiye gibi coğrafya, nüfus, ekonomi bakımından büyük ve Asya – Avrupa arasında Orta Doğu ile sarmalanmış bir ülkeyi geleceğe taşıma gücü yoktur.
"Türk vatandaşlığı" değil, ama "TC vatandaşlığı" etnik temellere dayanan bir anayasa getirir. Çünkü anayasal vatandaşlık denen bu formül, anayasanın yalnızca yurttaşların temel hak ve özgürlüklerine dayanan değil; aynı zamanda milliyetlerin / etnisitelerin / kolektif kimliklerin haklarına dayanmasını öngörür. Böylece, vatandaşlık etnik olmasın derken, tüm toplum ve devlet sistemi etnikçiliğe dayandırılmış olur.
Bizler, ulusal vatandaşlık temelinde bir anayasa olsun diyoruz. Anayasa geniş ve güçlü bireysel temel hak ve özgürlüklere dayansın diyoruz. Etnik – dinsel toplulukların kimlik hakları vatandaşlıkla, yani siyasal olarak değil; sosyal – kültürel alanda özgürleştirilsin diyoruz.
Söz konusu yaklaşımı savunanların, en önemli soruyu duymazdan gelmelerine son vermek ve açıklamalarını istemek gerekir:
Anayasal vatandaşlık (TC) çerçevesinde tanınacak olan "kolektif kültürel haklar nasıl bir siyasal – yönetsel sistem kurulmasını gerektirmektedir? Bu hakların kullanılmasını sağlayacak kural ve kurumlar nelerdir?
Kimsenin bu soruları duymazdan gelme hakkı yoktur. Aksi halde, ne "etnikçi değil özgürlükçü olalım" sözleri, ne de "silahlar sussun fikirler konuşsun" sözleri kimseye inandırıcı gelmeyecektir. [BAG, 11 Şubat/Yayın 25 Mart 2013]