Anayasa Mahkemesi, Mustafa Balbay’ın ‘milletvekili seçildikten sonra
tahliye edilmediği’ için yaptığı bireysel başvuruyu karara bağladı.
İtirazı haklı buldu. Daha sonra ‘müeyyideye karar vermek üzere’ tekrar
toplandı.
İşte o anlarda, sosyal medya canlandı. Televizyon kanalları, Gülşah
Balbay’la görüşebilmek için ya telefona sarıldı ya da evinin önüne canlı
yayın arabası gönderdi.
Gülşah Balbay, yanında kızı Yağmur ve oğlu Deniz’le kameraların karşısına çıktı. Umudunu, mutluluğunu paylaştı.
BİRKAÇ SAATLİK MUTLULUK
Gülşah’ın, çocuklarını kameralardan nasıl sakındığını biliyorum. Yağmur,
acının ortasında zamanından önce büyüdü çünkü. Deniz ise, o daha
bebekken cezaevine giren babasını demir parmaklıklar arkasında tanıdı.
‘Babanın neden eve gelmediğini’ anlamadı. Anlamadıkça içine kapandı,
babaya küstü, belki dünyaya küstü.
Gülşah, bir yandan çocuklarının çocukluklarını yaşayabilmesi için
uğraştı. Bir yandan “Sevgili Balbay’ı” için her hafta yollara düştü.
Ve şimdi... Şimdi bir umut doğmuştu. Belki Yargıtay aşamasına kadar,
Balbay evine gelebilecekti. İşte o umuda sarılarak, hiç yapmadığı şeyi
yaptı. Kameraların karşısına geçti. Gülşah’ın, Yağmur’un, Deniz’in
mutluluğu naklen yayın araçlarıyla uydularla evlerimize kadar ulaştı.
İTİRAZ HAKLI AMA…
Derken, Anayasa Mahkemesi ‘müeyyide’ ile birlikte kararını duyurdu. Önce “İtiraz neden haklı bulundu”, onu açıkladı:
“Yasama faaliyetlerine katılamadığı için, milletin temsil yetkisi ÖLÇÜSÜZCE ihlal edilmiştir.”
Sonra sıra, asıl beklenen habere geldi. Yüksek Mahkeme, tahliye konusundaki kararı (her nedense) mahkemeye bırakmıştı.
“Uzun tutukluluğu nedeniyle hakkı ihlal edildiği için BEŞ BİN LİRA manevi tazminat ödenmesine…”
BALBAY AİLESİ KÖŞEYİ DÖNDÜ!
Anayasa Mahkemesi’nin ‘ÖLÇÜSÜZCE İHLAL’ dediğinin, aslında bir ölçüsü varmış anlaşılan. Beş bin lira!
‘Beş bin lira’ deyip geçmeyin. Hatırlayın; Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk Çelik, asgari ücret görüşmeleri sırasında ne buyurmuştu:
"800 lira büyük para. Geçinilmez diye bir şey yok. Geçinirsiniz..."
800 lirayla krallar gibi geçinilen bir ülkede, bu parayla köşeler dönülür. Hak yerini bulur. Her gün bayram olur falan...
Peki ya özgürlük? Yani tahliye? Şimdi top, İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi’nde... Yani, Balbay’ın önceki tahliye taleplerini anında
reddeden... Tanıkları dinlemeyen... Gizli tanıklarla hüküm veren
mahkemede...
DEVRAN DÖNDÜ MÜ ACABA?
Bir hatırlatma daha yapayım. Hani, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ
tutuklandığında ortalık karışmıştı. Neredeyse bütün hukukçular
Başbuğ’un Yüce Divan’da yargılanması gerektiğini söylemişken, savcı ve
13. Ağır Ceza Başbuğ’u ‘bırakmamıştı’... Bakalım şimdi ne yapacaklar?
Ama umut hepten yok olmuş sayılmaz. Hani, Fethullah Gülen, son kavga
vesilesiyle, Silivri’dekileri kastederek “Elimde olsa, hepsine teker
teker, hürsünüz demek isterdim” demişti ya... Belki “Gün oldu, devran
döndü” diye, mahkeme de rotayı adalete kırmıştır…
Yoksa, Yağmur’la Deniz’e büyük büyük adamların yaptıklarını nasıl anlatırız!
***
SÖZ AĞIZDAN ÇIKTI
AKP Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı, milletvekili Galip
Ensarioğlu oldu, biliyorsunuz. Ensarioğlu, seçim startını verdi. Ve ilk
açıklamasını yaptı:
“Türkiye’de Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın adı Kürdistan’dır.”
***
AYLİNLER... BİR FÜZYON... BİN BİR SORU...
AKP çok rahat. Erdoğan ve birkaç adamı oturup eğrisini doğrusunu
konuşuyor, karar veriyor. Filan bakan şu şehirde, falan işadamı bu
büyükşehirde aday. O kadar rahat ki; ‘El Kaide Operasyonu’nda
tutuklanmış bir ismi Van’da aday bile gösterebiliyor.
Nasılsa AKP’de soru sormaya, sorgulamaya cesaret edebilen yok. Erdoğan
‘tek adam’... Ve o güçle isterse uçuyor, isterse vurup kaçıyor!
CHP ise, sosyal demokrat parti olmanın olumlu ve olumsuz yanlarını iç
içe yaşıyor. Sandıktan önce yarış, daha şimdiden aday adayları arasında
başladı.
CHP’NİN İKİ AYLİN’İ
40 yılda kaç yerel, kaç genel seçim yaşadım. Haberlerini, programlarını
yaptım. İlk kez bir seçime ‘köşe sahibi’ olarak gidiyorum. Yani öznel
olabileceğim, taraf olabileceğim bir yerim var artık.
Aday tavsiye edecek veya propagandasını yapacak değilim elbette. Ama
birkaç isimden söz etmeden geçmek istemedim. Önce Aylinler... Ankara
Büyükşehir aday adayı Aylin Nazlıaka ile İstanbul’da Beyoğlu aday adayı
Aylin Kotil.
İkisi de çok beğendiğim, çok çalışkan, çok akıllı, aynı zamanda kadın gibi kadınlar.
Aylin Nazlıaka ile geçenlerde Ankara’da bir panelde buluştuk. O panelde
söz verdim. Eğer ‘aday olursa’, bir kadının başkenti Melih Gökçek’ten
alması için, hayatımda ilk kez bir seçimde ‘destekçi’ olacağım.
Aynı şey Aylin Kotil için de geçerli. Beyoğlu’na onun kadar yakışacak,
ondan daha iyi hizmet verecek bir isim düşünemiyorum zaten.
NEREDEN NEREYE!
Aylinler, bir kadın gazeteci olarak epeydir kapsama alanımdaydı. Ancak,
bir başka aday adayı benim için tam bir sürpriz oldu. Çünkü onu ‘epeydir
epeydir’ görmemiştim.
Meğer CHP’den Beşiktaş aday adayı imiş..
Lokman Kondakçı’dan söz ediyorum. Hani şu, bir zamanların ülkücüsü,
sonra fındık üreticilerinin sesi (gücü) ve uzun zamandır da solcuların
cephesindeki isim.
Ben onu siyasi çizgisinin başında tanımıştım. Ülkücü kimliği nedeniyle
bana çok uzaktı elbette. Ama sonra -sadece beni değil Türkiye’yi- çok
şaşırtan bir sürpriz yaptı. Şöyle özetleyeyim; Türk Sineması en güzel
filmlerinden pek çoğunu Lokman Kondakçı’ya ve firmasına borçludur. Başta
sevgili arkadaşım Yusuf Kurçenli olmak üzere, Türkiye’nin en önemli
yönetmenleri onunla çalıştı. Sabahattin Ali nin ‘Gramafon Avrat , Çetin
Altan ın ‘Bir Avuç Gökyüzü’, Oktay Akbal ın ‘Yeryüzü Korkusu’ gibi nice
değerli eser (1980’lerin sonundaki deyişle) “Fındık Kralı’nın sinema
aşkıyla” hayat buldu.
Ülkücülükten DYP’ye uzanan yolculuğunda, şimdi CHP’den aday adayı... Bu haliyle de tam bir FÜZYON.
Karadenizlilerin 500 kadar derneğinden destek almış. Ama bakalım Kılıçdaroğlu cephesinden nasıl bir işaret gelecek.
Doğrusu; bu seçimde adaylardan önce, aday adayları bile ilgi çekici. Ve
öyle görünüyor ki; seçim meydanları da çok renkli, çok heyecanlı olacak!