Geçenlerde "Erdoğan durdurulamıyor" diye yazmıştım. "Kızlı erkekli evler" çıkışının ardından..
Alametler, bu tespitte yalnız olmadığımı gösteriyor.
Cumhuriyet savunucuları..
Solun tüm renklerini kucaklayan Gezi direnişçileri.. Zaten Erdoğan ın
hedefinin ve otoriter yönetim anlayışının farkındaydı. Uyarıyorlardı.
O uyarılara kulak verilmedi. AKP nin seçeneksiz olduğu, Kürt açılımı ile
barışı getireceği ve tabii Türkiye nin büyüdüğü masalları anlatıla
anlatıla gerçek sanılmaya başlandı.
Ama sonra rüzgar dönmeye başladı.
Liberaller.. Kendilerini "demokrat" zannedenler..
İstikrar adına bir dönem alkışlayan iş dünyası..
Başta ABD olmak üzere Batı dünyası.. Yanı sıra dünün dost ve kardeş ülkeleri..
Derken Fethullah Gülen ve cemaati..
Bir bakmışız ki Abdullah Gül ve destekçileri..
Erdoğan ı terk etmeye ya da en azından eleştirmeye başladı.
VE ARINÇ SAHNEDE!
Hani eskiler der ya.. "Ecel geldi cihane baş ağrısı bahane.. Kızlı
erkekli evler meselesi tam da böyle bir şey oldu. Sanki patlamak üzere
olan bir fırtına koptu.
Bakmayın Erdoğan ın "bir şey yok" hallerine. Yandaşlarının "Arınç ınki dostça bir sitem" yorumlarına.
Durum çok ciddi. Üstelik birkaç cümleye sığdırılmış duygusal bir
çıkıştan söz etmiyoruz. Uzun, açık ya da kapalı pek çok mesajın
verildiği bir konuşma yaptı Arınç. En "çekici" yanı kişisel itirazlar
faslıydı. Katip / kum torbası benzetmeleriyle uğradığı muameleyi anlatıp
İSYAN etti.
Ama asıl önemli olan, bize neredeyse bir "diktatörü" tarif etmesiydi.
Saf saf gazetecileri, uzmanları falan dinlediği yok diye yakınıyorduk
ya!
Meğer Erdoğan onları da dinlemez, takmazmış.
Arınç özetle şunu anlattı: Kızılcahamam da ben Başbakan ın bunları
söylediğini duymadım. Eğer söylediyse, bu bizlerin olmadığı bir
toplantıda olmuştur. Akla bile getirilmemesi gereken böyle bir konunun,
hele Bakanlar Kurulu dışında konuşulması düşünülemez.
ERDOĞAN KONTROL EDİLEMİYOR Bir bakanın "Yiğit Bulut un ekonomi danışmanı olması cari
açıktan daha büyük risk" dediğini geçenlerde yazmıştım. "Eksiği var
fazlası yok" diye yorumlar aldım Ankara dan.
Gerçekten de durum bu çünkü.
Erdoğan, etrafındaki bir avuç danışman ve Davutoğlu ile hayal aleminde
sanki. Ahlak / dine göre yaşam kriterleri koyacaklar. Onları
denetleyecek polis ekipleri olacak. Bu arada yarın Şam da namaz
kılacaklar.. Haftaya da AB ile köprüleri atıp Yeni Osmanlı
Cumhuriyeti ni ilan edecekler.
Erdoğan bu hayallerin peşinde koştukça yalnızlaşıyor. Yalnızlaştıkça kontrolunu kaybediyor. Kontrol edilemiyor.
Bunları biliyorduk ama Arınç bir de "İÇERDEN VE YAKINDAN" anlattı.
VEDA HUTBESİ Mİ? Bu, Ufuk Uras ın ifadesiyle bir "veda hutbesi" mi bilmiyorum.
Ama AKP deki çatlağın üzeri artık sıvayla tutmaz.. Belki yine sorun
yokmuş gibi poz bile verebilirler.
Ancak Erdoğan için yolun sonu göründü. Sadece AKP deki çatlak değil,
kendi elleriyle yarattığı toplumsal fay kırığı onu ve akıldanelerini
yutar.
Hatta Gezi deki tavrı yüzünden yutulmaya başladı bile.
Yani, Arınç ın çıkışı aslında ERDOĞAN IN VEDA HUTBESİ olabilir.
Önümüzdeki günler çok şeye gebe!
ÖLDÜREMEYECEKSİNİZ!
Ben, çalışan.. Haklarını bilen ve dahasını isteyen.. Okuyan.. Yazan..
Sosyalizme “hâlâ” inanan.. Özgürce seyahat eden.. Aklın peşinde koşan
bir insan, bir anne, bir Cumhuriyet kadınıyım. Eğlenmeyi, gülmeyi ayıp
sayan.. Karılarından “eşit olmadıkları için eşim diye söz etmeyen”..
Kadınları örtülerin ve duvarların arkasına kapatmaya çalışan.. Her
kimseniz! İstediğiniz kadar ağzınıza Atatürk adını almayın.
Nişanlarınızdan, madalyalarınızdan, tabelalarınızdan Atatürk adını
çıkarın.. Atatürk’ü öldüremeyeceksiniz. Bu toplumun zihninden ve
yüreğinden silemeyeceksiniz. Sizi sevgili karanlığınızla baş başa
bırakıyorum. Bu akşam Mustafa Kemal Atatürk için kadeh kaldırıyorum. İyi
ki doğmuş!
YA İSLAMİ DÜZEN YA DA...
İktidara en yakın gazetelerden Yeni Şafak’ta yazan Hayrettin Karaman,
“gerçek Erdoğan’ın gerçek hayalini” anlatmış. Beyefendiye göre, ya
İslami referans alan bir düzen gelecek.. Ya da çoğunluğun hatırı için
“diğerleri” bazı özgürlüklerden mahrum kalacak. Yoksa..
“Bana göre birinci çare, yüzde yüze yakını Müslüman olan bu toplumda
‘İslam’ı temel referans alan bir demokratik düzen’dir. Liberal
demokraside ısrar edilecekse hükümetlerin, bu rejime ters düzen devlet
davranışlarına teşebbüs etmemesi ama bireylerin, muhtaç oldukları
çoğunluğun hatırı için bazı özgürlüklerini ‘gönüllü olarak’
kullanmamalarıdır. İnadına kullanırlarsa en azından mahalle baskısı,
değerleri çiğnenen çoğunluğun hakkı olur.”
Pentimento
İtalyanca "pişmanlık" demektir "pentimento". Aynı zamanda bir sanat
terimidir. Ressamın yaptığı resmi beğenmeyip -veya pişman olup- üzerine
yeni bir tablo yapmasına denir. Bunu, örneğin şiirde, görünenin altına
saklanmış olanı anlama çabası diye okuyabilirsiniz..
Hatta bir kişinin "gerçek yüzünü" görebilmek için var olan imajı kazımak diye de!
Kızlı-erkekli evler meselesinde, Erdoğan öyle mi dedi böyle mi? Gerçek
Erdoğan hangisi? Türkiye yi neredeyse Suudi Arabistan’a benzetmek
isteyen, radikal dinci / otoriter bir yönetim hayal eden bir politikacı
mı? Yoksa arada bir Kasımpaşalılığı tutup da öylesine konuşuveren adam
mı?
Ahmet Hakan, Erdoğan’ı dünü – bugünü ile ve yakından tanıyan bir
gazeteci olarak tablonun üstündeki boyayı kazımış. Ve altındaki “gerçek
yüzü” resmetmiş:
GERÇEK ERDOĞAN “-Kendi ahlak anlayışının herkes tarafından benimsenmesi gerektiğine inanan...
-Başka ahlak anlayışlarını, kendi ahlak anlayışı çerçevesinde yadırgayan ve yargılayan...
-Başkalarının hayatlarına karışma hakkını kendinde gören ve bunu insanların mutluluğu için yaptığını düşünen...
-Kendisinin günahların işlenmesini engellemekle mükellef olduğuna inanan...
-Bu mükellefiyetini ne pahasına olursa olsun yerine getirmek isteyen...
-Vatandaşlarının 18 yaşını geçseler bile yetişkin olduklarına ikna olmayan...
-Vatandaşlarının hayatını “meşru hayatlar” ve “gayrimeşru hayatlar” diye ikiye ayıran...
-“Gayrimeşru” dediği hayatların üzerine polis marifetiyle gidilebileceğini açıkça ifade etmekten sakınmayan...
-Her evin önüne polis koyarak meseleleri halledebileceğine ikna olan...
-Artık çok eskilerde kalan “Mahallenin namusu benden sorulur” anlayışını
süper genişleterek, “Türkiye’nin namusu benden sorulur” anlayışı haline
getiren...
-“Suç” ile “günah” arasındaki ayrımın farkında bile olmayan...
-Günahtan yola çıkarak yasaklar, suçlar ve cezalar oluşturmayı planlayabilen...
-Günahı engellemek için meskene bile girilebileceğine aklı yatan...
-Günahı engellemek için yapılacak müdahaleleri özel hayata müdahale olarak görmeyen...
-Bireysel haklar ve özgürlükler meselesini kişisel gündeminden tamamen çıkaran...
Bir Başbakan...”