Bu köşeyi arada sırada ziyaret ediyorsanız,
farkındasınızdır. Cumhuriyet, kurumları ve sembolleriyle elimizden kayıp
gittiği için, ‘yeni duruma, yeni isim’ ararım. ‘Erdoğan Cumhuriyeti’,
‘İslam Cumhuriyeti’ gibi isimler yakıştırırım.
Ama dün, Sokak TV stüdyosunda 29 Ekim Özel Programı’na telefonla katılan
İstanbul Barosu Başkanı Kocasakal bir başka isim attı ortaya. Ve
“Budur!” dedirtti: ZATİ SUNGUR CUMHURİYETİ.
Ümit Kocasakal; bu ismi, ülkemizde artık hemen her şeyin bir ‘illüzyondan ibaret’ olduğu tespitinden hareketle koymuştu.
İleri demokrasi...
Hukuk devleti...
Ekonomik büyüme...
Siyasal ve toplumsal istikrar...
Gerçekten de her şey bir illüzyondan ibaret. ‘İstikrar’ iddiasından;
artık, bu sloganın sahibi iş dünyası bile vazgeçti. Ekonominin ‘bir
tümör gibi’ büyüdüğünü, AKP yi savunan uzmanlar bile artık itiraf
ediyor.
ANAYASA DA NEYMİŞ!
İleri demokrasi ve hukuk devleti meselesine gelince...
29 Ekim, beklendiği üzere, neyin ne olduğunu tüm açıklığıyla gösterdi.
Türkiye nin pek çok yerinde yürümek, Atatürk anıtına çiçek koymak
isteyenler polis barikatıyla karşılaştı. Polis, hiçbir yerde o barikatı
kaldırmadı, yürümek isteyenlere geçit vermedi.
İstanbul da da Tünel de toplananlar Taksim e yürümek için toplanmıştı.
Orada da karşılarına TOMA ları, Çevik Kuvveti ile polis barikatı çıktı.
Orada da “Yürüyemezsin!” denildi. Yürütmediler.
İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, işte bu tabloyu yorumladı.
Aslında hepimizin az çok fikir sahibi olduğu bir konuda, hukukçu gözüyle
ve ayrıntılarıyla anlattı…
Anayasa ya göre; gösteri yürüyüşü için, önceden izin almak zorunda değilsin.
Mevcut yasalara göre; özellikle 29 Ekim gibi ulusal bayramlarda, kutlama amaçlı yürüyüşlerde, hiç mi hiç zorunda değilsin!
Dolayısıyla; İçişleri Bakanı / Vali / Emniyet Müdürü... Sıfatınız her ne
olursa olsun, Cumhuriyet Yürüyüşü için ‘yasak’ getiremezsin. İnsanların
karşısına polisi dikemezsin.
Eğer, dün olduğu gibi, bütün bunları yaparsan; Anayasa yı, yasaları,
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ni ihlal etmiş, “ÇİĞNEMİŞ” olursun.
Peki, iktidarın umurunda mı?
Elbette hayır!
DİREN CUMHURİYET!
Demokrasiyi, hukuku çiğnersen... Laiklik ilkesini zaten ayaklar altına
almışsan... Cumhuriyet ten söz edebilir misin? Yine; elbette hayır!
Peki ne yapmalı?
Bugünlerde herkes, hepimiz bunu soruyoruz. Yanıt arıyoruz. Yolu, yöntemi
henüz net değil belki. Ancak bir şey kesin: Cumhuriyet in
katledilmemesi için direnmek zorundayız. Korku duvarlarını yıkmak
zorundayız.
Eğer bir ülkede anayasal / yasal hak olan yürüyüşe engel olunuyorsa...
Eğer bir ülkede ‘sahibi o şehrin insanları olan’ bir meydan, o insanlara yasaklanıyorsa...
Eğer bir ülkede hukuk, iktidarın ideolojisine, siyasi ihtiyaçlarına ve hatta ‘arzusuna’ göre işliyorsa...
O ülkede yurttaşların ‘direnme hakkı’ doğmuştur!
Cumhuriyet sayesinde haklarına kavuşmuş bir kadın olarak...
Çocuğuna (ve onun çocuklarına) çağdaş bir memleket bırakmak isteyen bir anne olarak...
Gerçeklerin yasaklanmasına isyan eden bir gazeteci olarak...
Cumhuriyet için direnmeliyiz.
Bayramımız bir kez daha kutlu olsun!
KOMEDİDE SON PERDE
Bugün hukuk tarihimizin en tuhaf davalarından birinde son perde
açılıyor. Tutuklulukta... Dikkatinizi çekerim: ‘tutuklulukta’ 8. yıla
giren ‘Özgür Radyo’ kurucusu Füsun Erdoğan için karar verilecek.
Çağlayan daki 10. Ağır Ceza Mahkemesi nde ‘hüküm’ belli olacak.
Bir kişiyi, hukuku hiçe sayarak 8 yıl ‘tutuklu’ yargılarsanız, beraat kararı verir misiniz? Sanmıyorum. Beklemiyorum.
Beklentim ve dileğim; hiç değilse, Füsun un yattığı 8 yıla denk düşecek
bir hapis cezası verilmesi. Delilsiz, tanıksız bir davada sınırların
daha fazla zorlanmaması.
Umuyorum; bugün ablaları ve oğluyla birlikte, Füsun u cezaevinden
alacağız. Eksikli / taksirli hukuka rağmen, özgürlüğü kutlayacağız.
‘GİZLİ KONTAK’ YAPTILAR!
Pazar günü yazısında, Suudi Arabistan da bir avuç kadının eyleminden söz etmiştim. Yasağı delip araba kullanacaklardı.
Kullanamadılar.
İçişleri Bakanı nın ceza tehditleri... 100 kadar din adamının fetvası...
Bir yandan ‘kafirlik’ suçlaması... Bir yandan ‘memleketin temeline
dinamit koyma’ iddiası...
Ancak bir avuç Suudi kadını direksiyon başına ‘gizlice’ geçip, korku
içinde araba sürerek ‘eylem’ yaptı. Memleket, yani Suudi Arabistan
kurtuldu!
Bize şaka gibi geliyor, değil mi! Oysa, Türkiye ve Suudi Arabistan ‘aynı
gezegeni’ paylaşıyor. Aynı zaman diliminde ve aynı coğrafyada yer
alıyor.
Yanı başımızdaki kadınlar, kâbuslarımızda bile göremeyeceğimiz bir aşağılama içinde yaşıyorlar.
O kadınlar öylesine bir baskı altında, öylesine yalnız ki!.. Simsiyah çarşafları, yasakları aşamıyor.
Ya bizim kadınlarımız? Erdoğan ı ‘nikahının düşeceğini’ söyleyecek kadar
büyük sevgiyle bağlı kadınlarımız? Onlar, neden çevrelerine duvar
örülmesine izin veriyor?
Of ki of!..