Gezi olaylarının mayıs ayında başlamasından sonra, haziran ayındaki Oruç dolayısıyla gündüzleri yavaşlayan eylemler, geceleri forumlarda devam etti. Bir zaman sonra da eylemin hızı yavaşladı. Bu durum birçok heyecanlı insanı şaşırttı. Neden durdu? Niçin durdu? Nasıl durdu?
Bu arada iktidarın GEZİ’ye yönelik şiddetli baskısı aralıksız sürdü. Gezi İnsanlarını en çok da bu durum rahatsız etti. İktidar faşizan baskıyı son hızla devam ettirirken, GEZİ kendi kendine neden durdu? Bu soruyu cevaplamaya çalışayım.
Herkesin malumu olan basit konuları hukukçular karmaşıklaştırarak anlattığından, şu an olduğu gibi işin içine hukuk giriveriyor, halk da hemen olaylardan uzaklaşıveriyor. Niçin? Hukukçu değilim. Hukukçuların açıklamalarına da muhalifim. Halkın anlaması gerektiği bir dilden anlatmıyorlar. Ben, en basit haliyle anlatacağım.
Bir binada seri katil var, etrafı halk ve polisler tarafından sarılmış durumda. Herkes biliyor, içerdeki seri katil. Polis ne yapmalı? İlk önce canlı yakalamak esastır; olmaz ise, ikna etmek ve pazarlık yapmak esastır; olmaz ise, öldürmeden yaralı yakalamak esastır; en olmayacak çare içerdekini öldürerek yakalamaktır. Bu evrensel kural. Demokrasi ile birlikte insanca yaşanacaksa, kural böyle. Peki, Türk polisi ne yapıyor? TV’lerden canlı yayınla sabah baskınları yapıyor. Daha evrensel davranıyorlar yani! Sadece mahalleye değil, dünyaya canlı yayınlıyorlar ki, medeni oldukları anlaşılsın! Sonra hedef ölüveriyor; terörist idi, geçmişte şunları bunları yapmıştı, üzerinde kalaşnikof vardı(Var mıydı?) vs . diyerek olayı geçiştiriyorlar. Bu cümleler yandaş ve yanaşan medyada manşetlere çıkıyor ve halk da bilgilenmiş, vicdanlar da rahat etmiş oluyor!
Aynen Ergenekon, balyoz davalarında olduğu gibi. 20 yıllık bilgisayar programcısıyım. PC temelli çalıştım. Biri bana mac bilgisayarı bedava verse, yolda 100 TL’ye satar eve öyle giderim. Çünkü, işime yaramaz. Hatta, yakından bile mac bilgisayar görmedim desem, inanın. Malum davalarda, PC temelli program yazan bir yazılım şirketinin sahibinin ofisinde, baskınlar ve herkesi dışarı apar topar kovmalar sonucu bulunmuş! mac CD’leri çıktı. İçini açamayacağı, okuyamayacağı, bilemeyeceği, bulamayacağı bir metinden dolayı içeri tıkılan kişinin bu suçunu kabul etmem mümkün değil. Şuraya varıyorum:
Hukukta suçun ve suçlunun varlığı bilinse dahi, şekil yönünden elde edilmeyen delillerle, o suçlu(hatta seri katil) yargılanamaz. O delili mafyavari elde eden polis teşkilatı önce yargılanmalıdır. Şekil yönünden hukuk yoksa, esas yönünden hukuk işlemez. Buradan, “içerdekilerin de hiç suçu yok muydu?’ gibi genel bir soruyu soran kişiye sesleniyorum: Bu vicdansız politik ortamda sen daha fazla suça sahipsin, bunun farkında mısın? Sorun, hukukun ortadan kaldırılmamasıdır. İşte buradan GEZ’ye geliyorum.
Bir sabah sütçüler yerine polisler kapıları çalıp, Çarşı yöneticilerini apar topar içer aldılar. Sonra Taksim Dayanışması yöneticileri, sonra ileri atılan öğrenciler, sonra sosyal medya aktif ve etkin olanlar... Teker teker veya topluca içeri alındı. Bu konuda şu sesi duyar gibi oluyorum: “Ama onlar serbes bırakıldılar!” Serbes bırakılmadılar! Onların beyinlerine ve vicdanlarına kelepçe bağlandı, öyle dışarı salıverildiler. Sizler göremiyorsunuz. Nasıl mı? Hakim, onlara şunu belirtti: “Dava devam ediyor, şartlı izin var, suçun tekrarı suçtur, bu konuda eylemde bulunmak suçtur, bu konuda konuşmak suçtur, bu konuyu gündemde tutmak suçtur, bu konu şudur budur” Dikkat edin! Birinciden, yani ilk tutuklanmadan dolayı berat edebilirler ama hakimin ikinci verdiği sinsi karara muhaliflikten tekrar hakim karşısına çıkınca, kesin ceza almak zorundalar. Mahkeme kararına muhalefetten!(Ne sinsi bir madde bu!) Sonra, onlar içeri düşünce biatçı takımı ne diyor? ”Suçu olmasa içer girer mi? İyi de, hangi, suç? O önemli değil, suçu var ki, girdi içeri? “ Diyalog bu şekilde. Bundan dolayı GEZİ ileri gelenleri zincirlidir. Şu an dünyanın en fazla öğrenci fişleyen ülkesi olmamız bundandır. Tut, getir, yatır, salıver ama şartlı sal ki, bir sonraki suçuna itirazı olmasın, içeri tıkılmayı hak etsin!
.
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 16.10.2013 00:00:00 / Okunma = 2969