TARİHTEN GÜNÜMÜZE
DÜNYADA VE TÜRKİYEDE İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ
AHMET AKKÜÇÜK
A SINIFI İŞ GÜVENLİĞİ UZMANI
SOSYAL DEMOKRASİ DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ
08 HAZİRAN 2014
DÜNYADA VE TÜRKİYEDE İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ DİSİPLİNİNİN
TARİHSEL GELİŞİMİ
İş sağlığı ve Güvenliği Biliminin , tekniklerinin ve yönetim sistemlerinin başlıca amaçları 3 ana başlık altında toplanmaktadır.
1- İş nedeniyel oluşan hastalıklarla yani MESLEK HATALIKLARI İLE mücadele
2- İş kazalarını önleme mücadelesi
3- İşyerinin ve Çevrenin korunması
İş sağlığı ve Güvenliği bilimi ve kültürü her bilim ve kültür ürünü gibi tarihsellik özelliğini taşır. Doğuşu ve gelişmesi yukarda verdiğimiz sırlamayı izlemiştir. İlk olarak ilk çağ filozof ve hekimlerinden başlayarak daha sonraki filozof ve hekimler meslek hastalıklarına ilgi göstermişler. Bu konuda birçok düşünsel ve deneysel bilgiler ileri sürmüşlerdir. Bu anlamda İş Sağlığı ve Güvenliği biliminin başlangıcı Meslek Hastalıkları inceleme araştırmaları ile başlamıştır. İlk çağdan Hipokrat, Rönesans – Reform – Aydınlanma çağlarının ünlü hekimleri Agricola, Paracelsus, Bernardino Ramazzini tıp tarihinin seçkinleri meslek hastalıkları üzerine yaptıkları çalışmalarla öne çıkmaktadırlar.
İlk ve orta çağlarda kölelerin ve serflerin yaşamlarının pek önemli olmaması, dinsel inanç ve düşüncelerin şekillendirdiği kültür, kader ve kaza anlayışı nedeniyle ilk ve ortaçağ entellektüelleri iş kazaları pek ilgilenmemişlerdir. Ancak Avrupa’da başlayan Rönesann ve reform hareketleri, aydınlanma devrimi ve bunların sonucu olarak oluşan Sanayi Devrimi ile yeni bir sosyal – ekonomik – politik – kültürel yapı şekillendi. Kırsal ekonominin çökmesi sonucu kentlere yığılan sefalet içindeki kalabalıklar, eğitimsiz yetişkinler, çocuklar, kadınlar, madenlerde, fabrikalarda sanayi devriminin hızlandırdığı üretim çarkının içine atıldı, kölelik koşullarından daha ağır koşullarda çalıştırıldı. Hatta öyle ki maden ocaklarında dar yerlere girebilmeleri için çocuk ve kadın işçiler özellikle tercih ediliyordu. Fabrikalar ve maden ocakları insan mezbahası gibiyd, kaza mağduru ölü ve yaralının çıkmadığı gün olmuyordu. Görkemli Avrupa medeniyetinin temelinin harcı sömürgelerde dökülen kanlar ve bu emekçilerin kanları ile karılmıştır. O dönemin Londra sokaklarını, maden ocaklarını, fabrikaları, dönemi anlatan edebiyat eserlerinden, filmlerinden biliyoruz. Charles Dickens’ın Oliver Twist’i bunlardan özgün bir örnektir.
Bu toplumsal dönüşüm ve altüst oluş toplumun alt sınıflarında değişik şekillerde ortaya çıkan tepkilere neden olurken , toplumdaki ahlaki ve insani değerler üzerinde aşınma ve hatta yıkıntılar yaratıyordu. Sosyal hayatta ve ekonomide onarılması imkansız travmalar yaratıyordu. Bu kaosa dini çevrelerden, bilim ve düşünce dünyasına siyaset ve iş dünyasına kadar iş yaşamındaki insanlık dışı uygulamalara karşı önlem alınması, iş yaşamının kamusal disiplin altına alıması için talepler, düşünceler, hukuki çalışmalar İngiltereden başlayarak Avrupa’da adım adım gelişmeye başladı. Bunlardan kimisi dini, ahlaki, vicdani nedenlerle, kimisi sosyal – siyasi istikrar adına sosyal devrim korkusu nedeniyle iş yaşamının insanileştirme çalışmalarına katkı verdiler. 18. Yüzyılın son çeyreği ve 19. Yüzyılın birinci yarısı İngilterede Modern İş sağlığı ve Güvenliği disiplininin temellerinin atıldığı yıllar oldu.
İşyerlerinde sağlığa aykırı koşulların düzeltilmesi,
Çalışma yaşı sınırlamaları ( O dönemde 8 yaşına kadar çocuklar çalıtırılıyordu. )
Günlük çalışma sürelerinin sınırlanması
İşyerlerinde hekim kontrolu, işçilerin sağlık kontrolları, işe uygunluk muayeneleri
İş teftişi ve iş müfattişliği kavram etkinlikleri
Ve bunlarla ilgili bilim ve düşünce dünyasındaki çalışmalar parlemento ve devlet kurumlarında yasal düzenlemeler, kontrol organizasyonları hep bu dönemde gerçekleşti
İşçi sınıfının mücadele önderlerinin yanında, bu dönemde yaşamış birçok bilim ve düşünce insanı, din adamı, iş adamı, politikacı , özellikle hekimler İş Sağlığı ve Güvenliği disiplininin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Bunları teker teker saymayacağım ama bir tanesini özellikle anmak ta yarar var. Robert Owen Kendisini tarih ütopyacı sosyalist bir kişilik olarak tanır. Kendisi aşağı tabakadan gelerek genç yaşta zengin olmuş bir işadamıdır. İnançlarına fanatikçe bağlı bir sosyalist, entelektüel, parlementoda görev yapmış bir politikacıdır. Döneminde çağdaşı olan bilim ve düşünce insanları ile her düzeyde işbirliğ yaparak yukarda andığımız İş sağlığı ve Güvenliği disiplinin kuruluşuna emeğini, servetini, yaşamını harcamıştır. Servetini İngiltere ve ABD’de model fabrika siteleri kurarak harcamış daha sonraki SB’ de kolhozların , bizim cumhuriyet döneminde kurulan fabrika modellerinin öncü örneklerini yaratmıştır. İngiltere’de kurduğu üretim – kültür-yaşam sitesi New Lanark bugün müze olarak korunmaktadır.
Robert Owen’ı anlamak o dönem İngilteresinin sosyal, ekonomik, entelektüel yaşamını, özellikle konumuz olan iş sağlığı ve güvenliğ alanında katkısı olan kişilikleri tanımak, anlamak için bir kitap tavsiye ediyorum..
Prof Dr. RONA AYBAY’ın DOKTORA ÇALIŞMASI :
ROBERT OWEN / SOSYALİZMİN ÖNCÜLERİNDEN YAŞAMI, EYLEMİ , ÖĞRETİSİ
ALFA YAYINLARI
Tüm bu mücadeleler ve çabalar sonucu İngiltere’de sistemli bir İş Sağlığı ve Güvenliği mevzuat ( yasal ) düzenlemeler başladı. Tabii onlar da çağının kısıtları ile sınırlı olarak.
1802 : Sağlık ve ahlakın korunması Kanunu ( Özellikle çırakların çalışma koşullarına düzenleme.
1833 : Fabrikalar Kanunu ( İş Güvenliği Müfettişliğinin yasalaşması )
1842 : 10 yaş altı çocukların ve kadınların madenlerde çalıştırılmasının yasaklanması.
1844 : İşyeri hekimlerinin yetkilerinin genişletilmesi
1895 : Bazı tehlikeli meslek hastalıklarının bildirim zorunluluğu.
İngiltere’de temelleri atılan İSG disiplini başta Avrupa olmak üzere sanayileşme sürecine giren ülkelerde yaygınlaştı. Avrupa dışında ilk gelişmeler ABD veAvustualya’da görülüyor. İlginç bir uç örnek Prusya ‘dır. Prusya’da bu çalışmaların öncülüğünü bir general, Kont Horn başlattı. Anadolu’da bir deyiş vardır. “ Herkesin bir derdi var değirmencinin su ile “ diye. Prusyalı paşanın derdi de iş kazaları nedeniyle gençler arasında sakatlığın yaygınlaşması, ASKERE ALACAK SAĞLAM GENÇ bulmakta zorlanması. Bu bile tek başına iş kazalarının ne kadar büyük bir toplumsal felaket olduğunun ilginç bir göstergesi. Generalin bu girişimi ile Prusya’da çocuk işçi çalıştırma yasaklandı.
Fransa’da 1810 yılında yayınlanan İmparator Kararnamesi İş yaşamında yasal düzenlemeler öngörmektedir. Bu kararname çerçevesinde 1841 yılında “İş Mevzuatı “ yayınlanmıştır.
ABD’de 1836’da çocuk işçilerle ilgili bir yasa, 1876’da Özel Denetim Yasası ile Örgütü oluşturulmuştur. ABD ‘de bu çalışamalara Massachusetts eyaleti öncülük etmiştir.
ABD’de sanayileşmenin hızlandığı 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başlarında üniversite çevrelerinde meslek hastalıkları ile ilgili, iş kazaları istatistik üzerinde önemli çalışmalar yapılmıştı.
Bu arada bir parantezle Rusya ve Sovyetler Birliğindeki duruma göz atalım. Çarlık Rusya’sında konuyla ilgili bir çalışma literatürde yok. Yalnız bir olay dikkat çekici. Sonradan Rus çarı olacak olan Arşidük Nikolay Robert Oven’ın kurduğu New Lanark komününü ziyaret ediyor ve hayran kalıyor. Robert Oven’ı 2 milyon işsiz yurttaşı ile Rusya’ya davet ediyor.
1917 Ekim Devriminden sonra hükümet dünyanın ilk sağlık bakanı olan Alexander Semeshko önderliğinde, İSG alanında önemli bilimsel, teknolojik çalışmalar yapılıyor örgütsel yapılar oluşturulyor. Koruyucu sağlık hizmetlerinde çalışan bağımsız sağlık örgütleri, eğitim araştırma merkezleri, enstitüler kuruluyor. 1970’lerde biz meslek hayatına atıldığımızda, mühendis ağabeylerimiz bize Sovyet makine ve tezgahlarının kaba saba da olsa güvenlik standartlarının batı yapımı makine ve tezgahlara göre daha yüksek olduğunu söylerlerdi.
İSG ÇALIŞMALARININ ULUSLARARASILAŞMASI:
Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar Dünyadaki İş sağlığı ve güvenliği alanındaki çalışmalar ulusal çerçeveler içinde sürdü. İşçi sınıfının uluslar arası örgütü Sosyalist Enternasyonal düzleminde ortak çalışmalar yapılıyordu. Devletler düzeyinde ortak çalışmalar yoktu. Savaş sonunda Dünya Kapitalist zincirinin bir halkası koptu, bir halka da kopmaya ramak kaldı. Rusya’da bir sosyal devrim gerçekleşti, Almanya’da kapitalizm kıl payı kurtuldu. Bu sosyal devrim hamleleri Dünyanın patronlarını yeni arayışlara itti. Bu tür devrimci kazaları bir daha yaşamamak için çalışma yaşamı ile ilgili dünya ölçeğinde geçerli daha insani ortak nomlar, standartlar, yasalar, denetimler , bilgi ve deney paylaşımı sağlayacak uluslar arası bir örgüt kurma fikri benimsendi. 1919 ‘da Versay anlaşmasının kararı olarak ILO ( Uluslaraası Çalışma Örgütü = UÇÖ ) kuruldu. ILO ilk başta Milletler Cemiyetinin bir alt kuruluşu olarak çalışmalarını yürüttü. 1946’dan sonra da BM’nin bir uzmanlık kuruluşu olarak faaliyetlerini sürdürmketedir . Türkiye 1932 yılında ILO’ya üye olmuştur. ILO aynı zamanda Sevr antlaşmasının da bir parçasıdır.
ILO’da ülkeler 2 hükümet temsilcisi, 1 işveren ve 1 de işçi temsilcis olarak 4 kişiyle temsil ediliyor. ILO, çalışma koşulları ile ilgili geliştirdiği standardları, uluslar arası sözleşmeler biçiminde sektörel bazda yayınlar. Ülkeler bu sözleşmeleri imzalayarak yasama organlarında onaylatırlarsa ILO sözleşmesi, ilgili ülkenin ulusal mevzuatı haline gelir. Bu, ilgili ülkeye çalışma yaşamında ILO standartlarını uygulama ve işyerlerini ILO müfettişlerinin denetimine açma zorunluluğu getirir. Bugüne kadar ILO 192 sözleşme yayınladı, Türkiye bunlardan sadece 52 tanesini imzaladı. İmzalanmayanların en önemlileri de Maden, İnşaat ve Kimya sektörleri ile ilgili sözleşmelerdir.
Sağlık ve güvenlikle ilgili ikinci önemli kuruluş WHO ( Dünya Seağlık Örgütü )’ dür. 1946 yılında BM in bir uzmanlık kuruluşu olarak kurulmuştur. 2 Ocak 1948’de Türkiye üye olmuştur, 7 Nisan 1948’de WHO’nun anayasası kabul edilmiştir. WHO 1978 Almaata Deklerasyonunda TEMEL İŞ SAĞLIĞI HİZMETLERİNİN tanımlamalarını yapmıştır.
Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde Avrupa Birliği yapılanmasının inşa süreci idi. Bu süreçte AB organları da çalışma hayatı ile ilgili ortak normlar, standartlar, mevzautlar oluşturma çalışmaları yürüttüler . Bunları da AB konsey direktifleri olarak yayınlamaktalar. Türkiye’nin AB’ye üyelik niyeti beyan etmesi, üyelik müzakerelerine başlaması ile iş yaşamı ile ilgili mevzuatımızı AB’ye uyum çerçevesinde yeniden düzenlemeye başladık. Bu nedenle de son 10 yılda İSG mevzatımızla ilgili yönetmelikler 2 kez yazıldı, halen de yazılmaya devam ediyor. İSG ile ilgili mevzuatımızın dayanakları, ulusal- sosyal ihtiyaçlarımzıın dışında 3 önemli uluslarası kuruluşun standartlarına uymak zorunda. ILO sözleşmeleri / Dünya Sağlık Örgütü Kriteeleri / AB konsey direktifleri . Çalışma bakanlığı bürokrasisi bu işin için de nasıl çıkıyor ( veya çıkamıyor ) İsmail Bey bizi aydınlatır herhalde.
Geçen yüzyılın son çeyreği aynı zamanda İş sağlı ve Güvenliğ disiplini ile Çevre koruma disiplinini de evlendiği dönem oldu. Bunu da yaşanmış musibetlere borçluyuz. Yaşanan bazı olaylar, fabrikaların, endüstri tesislerinin yarattığı tehlikelerin sadece o tesiste çalışan işçileri tehdit etmediği, çevrede yaşayan diğer insanları ve diğer canlıları da tehdit ettiğ yaşanarak görüldü. Endüstriyel güvenliğin Çevre korumayı da kapsaması düşüncesi bir kaza ile gündeme geldi,
SEVESO kazası – Milano / İtalya : 10 temmuz 1976
ICMESA Chemical Company firmasına ait bir fabrika
Kaza şekli : Thriclorofenol ( TCP ) üretimi yapan reaktörde patlama
Sonuç : Bilinen en zehirli maddelerden DIOKSIN ( TCP ) içeren beyaz bir gaz bulutunun
çevreye yayılması.
Hasar : Kısa sürede 3000 hayvan ölümü. İnsan ölümü yok , ancak çok miktarda cilt ve
solunum yolu hasalıkları, zaman için kanserojen bulgularda artışlar gözlendi.
Hastanelerde tedavi gördü.
Maddi zararı : 160 milyar İtalyan lireti . ( 83 milyon Euro )
Bu kaza ile artık insanlar endüstrinin sadece endüstri çalışanlarını tehdit etmediğini, çevrede yaşayan diğer insanları ve diğer canlıları da tehdit ettiğini görerek öğrendiler. Bu vesile ile işyerlerindeki SAĞLIK ve GÜVENLİK kavramlarına ÇEVRE BOYUTU da eklendi.
SEVESO kazasından hemen sonra AB konseyi bir çalışma başlattı. İş Sağlığı ve Güvenliği disiplinine çevre disiplini ekleyen bir dizi direktif yayınladı. Bu direktiflere SEVESO kazasına atfen SEVESO DREKTİFLERİ adı verildi.
İlki SEVESO-1 olarak yukarda andığımız kazadan sonraki çalışmaları, belirlenen kural ve didsiplinleri, kontrol örgütlenmesini kapsıyordu.
Bundan sonra belki de tarihin en büyük endüstriyel kazası denebilecek olan bir kaza Hindistan’da yaşandı.
BHOPAL – HİNDİSTAN ............................. : 2 / 3 ARALIK 1984
UNION CARBIDE Firmasına ait tarımsal zararlıları öldürücü ilaç üretim tesisi.
Kaza Şekli : 42 Tonluk bir hammadde tankında su kaçağı nedeniyle eksotermik reaksiyon,
ısınma ve istenmeyen buharlaşma. Bu buharları yakarak atmosfere vermesi
gereken yakma bacasının çalışmaması sonucu atmosfere direkt verilmesi.
Sonuç : Fosgen ve Metilisosiyanat ( MIC ) karışımı gaz bulutunun çevreye yayılması.
HASAR : 2800 kişi hemen öldü, devamında toplam 8000 – 15000 insan ölümü .
Binlerce körlük.
5 milyon nüfusta panik.
Bu kazadan sonra AB konseyi SEVESO direktifini tekrar masaya yatırdı. Bhopal kazasının verilerini de dikkate alarak bir dizi değişiklikler yaptı SEVESO – 2 direkiti olarak yeniden yayınladı.
Büyük endüstriyel kazalar sadece bu iki kazadan ibaret değil. Daha az hasara yol açan yüzlerce kaza var. Hepsini burada zikretmeye zamanımız yetmez. AB Konseyi SEVESO -3’ü de yayınladı. 2015 de yürülüğe girecek
Bu süreclerden sonra artık 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başı, İngiltere’den başlamak üzere İş sağlığı ve Güvenliği disiplinine üçüncü boyutu, çevre boyutu resmen de girdi. Bugün İngiltere bu disiplinin Kısa adı HSE dir. Healt ( sağlık ) / Safety ( güvenlik ) / Environment (çevre) sözcüklerinin baş harfleri ile anılır.
Şimdi burada Batı Yakasının hikayesine bir mim koyarak Doğu Yakasının hikayesine geçelim.GEŞLİŞİMİ
Diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de iş Sağlığı ve Güvenliği disiplini sosyo-ekonomik gelişmeye paralel bir gelişme seyri izledi .
Osmanlı döneminde büyük ölçekli endüstriyel üretim devletin askeri amaçlı tesisleri idi. Bu tesislerin çalışanları kapıkulun ocakları mensupları idi. Bunlar hem asker hem de işçi olarak çalışıyorlardı. Topçu ocağı, Cebeci Ocağı, Top arabacıları ocağı … vbg. İmparatorluğun en kalabalık ücretli işgücü topluluğu bu ocaklardı. Tersaneler, top dökümhaneleri, baruthaneler, fişekhaneler, at koşum takımları, vs. Buralardaki çalışmalar bir nevi askeri kışla disiplini içinde yürüyordu. Buralardaki çalışma koşulları ile ilgili bilgilerimiz çok eksik. Araştırma alanı olarak duruyor. Sivil ihtiyaçların üretimi küçük üretim şeklinde idi, bunlar usta çırak, kalfa ilişkilerini düzenleyen geleneksel lonca kuralları ile yürüyordu.
Sanayi devriminden sonra , dış rekabete dayanamayan küçük üretim çöktü. Buna karşılık gerek çöken imparatorluğu ayağa kaldırmak için devlet eliyle kurulan modern sanayi kuruluşları, kısmen yabanci sermayenin kurduğu ve işlettiği sanayi tesislerinde, maden ocaklarında, demiryolu yapımında, tütün işletmelerinde modern anlamda işçilik ve işçi işveren ilişkileri şekillenmeye başladı. 1820’lerden itibaren de iş koşulları ile ilgili talepler dillendirilmeye başladı. Avrupa’da 19. Yüzyıl ortaları devrim rüzgarlarının estiği dönemdi. Bundan huylanan hükümet çevreleri 1850’de bir polis nizamnamaesi çıkararak bu tür “bozguncu” etkinliklere karşı önlem almışlardır. Yani osmanlı mevzuatına işçi sınıfımız ilk kez bir yasak ile girmiştir.
Bazı ileri görüşlü devlet yöneticilerin olumlu adımlar atmaya çalıştıkları görülmüştür.
1865 ‘de Maden-i Humayun nazırı Dilaver Paşa bir nizamname (tüzük ) hazırlamıştır. Dilaver Paşa nizamnamesi adıyla anılan 100 maddeden oluşan bu belgede Zonguldak havzası kömür ocaklarında çalışanların sağlık koşullarını iyileştirci mütevazi öneriler vardı. Ancak padişah tarafından onaylanmamıştır.
1869’da Maadin Nizamnamesi, ülke genelindeki tüm maden ocaklarını düzenleyen bir tüzük olarak çıkarılmış, zamana göre ileri önlemler öngören bir belge idi ancak, bu belge de uygulanamamıştır.
Bu dönemde işçilerin kamusal hiçbir güvencesi yoktu. Sigorta yok, emeklilik yok, sağlık güvencesi yok. Hatta öyleki bir iş kazası vukunda makineyi onarmak ve temizleme yükümlülüğü işçilere aitti. İşçilerin tek güvencesi hayır kurumları ve vakıfların desteği idi.
Zonguldak maden ocaklarında bir kaza olduğu zaman İstanbul’da yardım kampanyaları ile işçilerin mükellefiyetleri karşılanıyordu.
Bazı istisnai saltanat ağalıkları da oluyordu. Mesela II. Abdulhamit devrinde Taşkızak tersanesinde ayağı kopan bir işçi derdine çare için saraya başvuruyor, padişah işçiye Avusturya’dan özel protez getirterek taktırıyor.
Osmanlı döneminde iş yaşamı ile ilgili en kapsamlı programı 1908 Devrimini takiben İttihat Terakki Partisi yapmıştır. 1908 Devrimi Anadaolu’da 1906’dan itibaren vergilere karşı halk direnişleri olarak başlamış, ardından Balkanlarda memurların maaş alamamalarını protesto gösterileri ile yayılmış, Ordu’nun halk direnişi ile birleşmesi ile padişah 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kalmıştır. Aşağıda İTP’nin getirmeye çalıştıkları bazı yenilikleri görüyorsunuz. Bunlardan sarı renkli olanlar çalışma yaşamı ile ilgili girişimlerdir .
İTTİHAT VE TERAKKİ VE 1908 DEVRİMİ başardığı ve başarmaya çalıştıkları:
1- 1 AY İÇİNDE Anayasayı kabul etti. ( 21. 08.1908 )
2- KULLUK kavramı kalktı VATANDAŞLIK kavramı geldi.
3- Hükümet padişaha karşı değil seçilmiş meclise karşı sorumlu oldu.
4- Siyasi partiler kuruldu.
5- Devlet Kurumlarında çalışmada etnik dini ayrımcılık kaldırıldı.
6- Bürokrat ve nazırların maaşları yarıya indirldi.
7- Padişahın ödeneği 36.794.000 Kr’tan 2.000.000 Kr’a indirldi.
8- 7500 alaylı subay paşa tasfiye edildi.
9- Ekonomik- sosyal ve kültürel alanlarda : Sanayileşme hamlesi / Okullar herkese açıldı / Herkese anadilinde eğitim hakkı ve türkçe öğrenimi zorunlu / Cemaat okulları kapatıldı / Ticaret ve zenaat okulları açıldı / İlk kez kız öğrenciler üniversiteye girmeye başladı.
10- Sanayi envanteri çıkarıldı, çalışma istatistikleri oluşturuldu
11 – İŞ KANUNU HAZIRLIKLARI yapıldı.
12 – Kamu hizmeti veren imtiyazlı şirketler işyerleri haricinde sendika kurma hakkı verildi.
( Meşhur Tatil-i Eşgal kanunu - TEK)
13- Din adamlarının ayrıcalıkları kaldırıldı.
14- Köylülerin toprak sahibi olmaları kolaylaştırıldı.
15- Kooperatifler kuruldu.
16- İşçlere grev hakkı tanındı, 1 MAYIS İŞÇİ BAYRAMI oldu.
17- Jurnal rejimine ve hafiyeliğe son verildi, basından sansür kalktı. Bu demokratik atılım
bugün 24 Temmuz gazeteciler ve basın bayramı olarak kutlanmaktadır.
18- Fikir hayatı canlandı. Evrim Teorisi, Pozitivizm, Marksizm tartışılmaya başlandı.
19- Heykel yapma yasağı kalktı.
20- Kadınlar kamuda çalışmaya başladı
21- Müslüman kadınlar sahneye çıkmaya başladı.
22- Kadın dernekleri kuruldu, kadın dergileri çıkmaya başladı.
23- Kaputulasyonların kaldırılması için mücadele etti. Emperyalist güçler ile Dinci –
Liberal ittifak’ın sabotajları nedeniyele başarı sağlanamadı.
24- İTP Temmuz Devriminde söz verdiği gibi 1 yıl içinde genel seçime gitti ve meclis
kuruldu.
25 – Hürriyet Devrimi D günü olan 23 Temmuz 1908’den yıl sonuna kadar ülke çapında 111 grev yapıldı. Böyle bir işçi direnişi yoğunluğuna ne ondan önce ne de ondan sonra tarihimiz tanık olmadı. İşçi sınıfımız hürriyet devrimi atmosferini doyasıya içine çekti.
İTP 10 yıllık iktidarı döneminde iç ve dış gericiliği kuşatması altında, devraldığı geri ekonomik miras ile ve üstüne üstlük ard arda savaşlar, liberal dinci ittifakın darbe girişimleri ile uğraşmak zorunda kaldı, dolayısıyla bu programı daha geliştirerek hayata geçirmek Cumhuriyet Devrimine kaldı.
2. Meşrutiyet döneminde diğer bir etki : savaşlar nedeniyle erkek nüfustaki azalma kadınların iş hayatına katılımını hızlandırdı. Bu etkiyi kurtuluş savaşında da göreceğiz.
1921 yılı Kurtuluş savaşımızın yenilgi ve taktik çekilme yılıdır. O koşullarda Gazi Meclis Zonguldak Ve Ereğli kömür havzalarında çalışan işçilerin çalışma koşullarını Celal bayar’ın önerisi ile iki kez gündemine almış ve 2 kanun çıkarmıştır.
28 Nisan 1921 Tarih ve 114 Sayılı Kanun: Zonguldak ve Ereğli Havzai Fahmiyyesinde (Kömür Havzasında ) Mevcut Kömür Tozlarının Amele Menafi Umumiyesine Füruhtuna (Amele umumi menfaatina satışına ) dair Kanun.
Bu kanun kömürden artakalan kömür tozlarının satılması ile elde edilecek gelirin işçilerin genel gereksinimleri için harcanmasını öngörüyordu.
10 Eylül 1921 Tarihli 151 sayılı Kanun : Ereğli Havzai Fahmiyyesi Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik ( İllişkin ) kanun.
Bu kanunla kömür havzası çalışma yaşamında keyfiliğe son vererek yasal çerçeve oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu kanunun o gün için getirdiği yenilikler şöyledir.
• İşveren işçilerin barınması , temizliği, beslenmesi için konut sağlayacaktır.
• İşveren çalıştırdığı işçinin bilgilerini ve çalışma koşullarını belirten kayıtlar tutacaktır.
İşveren işçi yardın sandığına ücretin % 1 inden az olmamak üzere katkı verecektir.
• İşveren hasta veya kaza geçiren işçiyi tedavi edecektir. Hekim çalıştırma, hastane ve eczane açma yükümlülüğü getiriyor.
• İş kazasında yaralanan işçiye, ölen işçinin yetimlerine tazminat yükümlülüğü .
• Çalışma süresini 8 saatle sınırlıyor, fazla mesai halinde 2 kat ücret öngörüyor.
• İşverenin yeni işçileri eğitmesini zorunlu hale getiryor.
• Amele Birliği, İhtiyat ( yedek akçe ) ve Teavün ( yardım ) sandıkları bu yasaya dayanıyor.
151 sayılı Kanunun görüşüldüğ tarih Sakarya Savaşı günleri idi. Düşmanın top sesleri Ankara’dan duyulurken maden işçilerin sorunlarını konuşan o meclise bakın bir de bugünkü Soma Maden ocaklarının durumunu katliamdan önce görüşmeyi reddeden meclisin haramiler çoğunluğuna.
Kurtuluş Savaşımızın başarıya ulaşması ve Cumhuriyetin ilanından itibaren bütün alanlarda olduğu gibi hukuk alanında ve iş hukuku alanında devrimci atılımlar gerçekleştirldi.
4 Mart 1923 İzmir İktisat Kongresi. İşçi delegeler 30 maddelik bir talepler listesi sundu.
3 Ocak 1924 : 394 Sayılı Hafta tatili yasası
1926 : Borçlar Yasası
1932………..: Türkiye’nin ILO ‘ya katılımı
1933 ……….: 1580 sayılı Umumi Hıfzıssıha Kanunu ( İşyeri sağlık sorunları 1970 lere kadar bu kanuna göre düzenlenmiştir. İşyeri hekimliği, ilk dönem cumhuriyet fabrikalarındaki ecza dolabı, revir, büyük ölçekli olanlarda hastahane yükümlülükleri hep bu kanunun gereğidir. )
1933… : 1580 sayılı Belediyeler Kanunu / Fabrikaların çevreye yaptıkları etkilerin denetimi
8 Haziran 1936 : İlk iş Kanunu. 3008 sayılı İŞ KANUNU . Temel İş sağlığı ve güvenliği sorunları yer almıştır. SSK’nın 1 yıl içinde kuruluşu bu kanunla öngörülmüş, ancak esen savaş rüzgarları ve takibeden Dünya Savaşı nedeniyle ertelenmiştir.
1945 …………..: Sosyal Sigortalar Kurumunun kurulmaya başlanması.
28 Ocak 1946 : 4841 sayılı kanunla ÇSGB’nın kuruluşu.
1947 ……….: İlk Sendikalar kanunu. Grevsiz Toplusözleşmesiz bir Sendikalar Kanunu.
1948 ………..: Türkiye’nin Dünya Sağlık Örgütü’ne ( WHO ) katılması.
13 Aralık 1950 : 81 sayılı ILO sözleşmesinin TBMM de onayan 5690 sayılı yasanın kabulu.
İş teftişlerinin ÇSGB tarafından yapılması için yasal örgütsel hazırlık başladı.
Bu dönemlerde iş yeri teftişlerini Sanayi Ve Ticaret bakanlığına bağlı müfettişler yapıyordu.
1952 ……………: TÜRK – İŞ’in kuruluşu.
Xxxxxxxxxxxx: 174 sayılı yasa. İş müfettişleri görevlendirme yasası.
1961 ………… : Sendikal Örgütlenmenin bir ANAYASAL HALK OLMASI.
Anayasa hükümetlere 2 yıl içinde Sendikalar Kanunu çıkarma görevi veriyor.
1963 ………… : CHP Hükümet, Bülent Ecevit Çalışma Bakanı
15 Temmuz 1963 : 274 Sayılı TİSGLK ( Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu )
15 Temmuz 1963 : 275 Sayılı Sendikalar Kanunu
Bu 2 kanunun resmi gazetede 24 Temmuz 1963’te yayınlandı ve yürülüğe girdi. Bu tarih bir süre 1 Mayıs’a alternatif işçi bayramı olarak empoze edilmeye çalışıldı ama tutmadı.
Tarihi Kavel Grevi bu kanunlar mecliste görüşülürken yapıldı. Vehbi Koç’un grevin uzaması için kışkırtıcı tavrı ilginçtir. Ayrıntılar için Erol Toy’un İmparator romanını okuyunuz.
12 Ocak 1963 : İlk İş Müfettişleri Grup başkanlıklarının kurulması . İstanbul, Ankara, Zonguldak, İzmir . Daha sonraları Bursa , Adana , Erzurum
1967…………...: 931 sayılı İŞ YASASI. ( AYM tarafından usul yönünden iptal edildi. )
13 Şubat 1967 : DİSK’inkuruluşu.
Haziaran 1970 : 1317 sayılı yasa ile 274 sayılı Sendikalar Kanununda işçilerin sendika seçme özgürlüklerini kısıtlayıcı , özellikle DİSK’in gelişmesini engelelemeye yönelik değişiklikler yapılmak istendi. Meşhur 15 / 16 Haziran direnişleri bu yasaya karşı yapılmış eylemlerdir. Kanun kabul edildi, ancak CHP ve TİP’in başvurusu ile AYM tarafından iptal edildi.
1971 …………..: 931 sayılı yasa hiç değişiklik yapılmadan 1475 sayılı İŞ YASASI olarak çıkarıldı.. İlk defa modern anlama İş Sağlığı ev Güvenliği disiplini bu yasada yer almıştır. ( 5. Bölüm / 73 …82 maddeleri )
Bu yasaya dayanılarak hazırlana tüzükler :
1- İşçi Sağlığı ve İş güvenliği Tüzüğü : En geniş kapsamlı 537 maddelik bir tüzük. En geniş klapsamlı, bütün sektörleri kucaklayan çerçeve İSG tüzüğü. ( 1974 )
( 533 üncü meddesi Gaz kaskeleri ile ilgilidir. )
2- Parlayıcı , Patlayıcı , tehlikeli ve zaralı maddlerle çalışamalarda sağlık güvenlik Tüzüğü
3- Yapı İşlerinde sağlık ve Güvenlik Tüzüğü. ( 1974 )
4- Maden ve Taş ocaklarında sağlık ve güvenlik Tüzüğü. ( 1984 ) CO maskesi : 2 yıl, Metan detektörü için 1 yıl hazırlanma süresi veriliyor.
Bu tüzükler tamamen milli ihtiyaçlara ve sosyal bünyemize göre, ILO ve WHO normlarından da yararlanılarak türk uzmanlarının bilgi ve deney birikimlerinin eseridir. ( 1974 )
Bu mevzuatlar kümesinin yayınlandığı 1974 den beri Türkiye’nin mevzuatı yaşamın hep çok ilerisinde olmuştur. Sorun mevzuat eksikliğinden değil, mevzuatı uygulama, denetleme iradesinin eksikliğinden kaynaklanmıştır. Eğer bu mevzuat kümesi 1974’den beri hakkıyla uygulansaydı Türkiye İş kazaları ve meslek hastalıkları yönünden dünya sıralamasındaki utanç verici yerinde olmaz, çok daha iyi yerlerde olur, Kozlu, Soma gibi kitlesel faciaları yaşamaz, her gün, gün aşırı gazetelerin arka sayfalarında bir işaat işçisinin ölümünü okuyor olmazdık.
Tesadüf mü diyelim, bilinçli niyet meselesi mi bu MEVZAUATLAR kümesinin de emek Dünyasına kazandırılması da CHP iktidarına kısmet olmuştur.
Bu cumhuriyet hukuku mevzuatlarına dayanarak Cumhuriyet yargıçlarının verdiği kararlar Cumhuriyetimizin halkçı ruhunu yansıtan övünç belgeleridir. Yargıçlar bu kararları kafalarına göre vermiyorlar, mevcut mevzuata dayanarak veriyorlardı. Bazı yargı kararı örnekleri aşağıdadır.
1-“ Her işveren, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlama için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün sadece önlem almakla yetinilebileceği anlamını taşımadığı, alınan önlemlere uyulup uyulmadığını denetleme ve giderek önlemlere uyulmasını temin anlamında bulunduğu da kuşkusuzdur. Başka bir deyişle, işveren işyerinde, geniş anlamda doğmuş ve doğabilecek tüm tehlikeleri önlemek zorundadır. Bu zorunluluk sonucu olarak işyerinde işveren tarafından tam anlamı ile geniş bir kontrol mekanizması kurulmalıdır. “Yargıtay 10. Hukluk dairesi , 31.10.1978
2 - “ İşverenin, insan yaşamının kutsallığı çerçevesinde sigortalının sağlıklı ve güvenlikli bir ortamında iş görmesini sağlamakla yükümlü bulunduğu yönü tartışmasızdır ve yasalarda, tüzüklerde ve yönetmeliklerde açıkça gösterilmemiş bulunsa dahi, işverenin , işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin gerekli önlemleri almakla ( yükümlü ) yönü , İş Kanununun açık buyruğudur. “ Yargıtay 10. Hukuk Dairesi , 09.05.1984
3 -“ İş Kanununa göre işveren, salt mevzuatta öngörülen önlemleri değil, kutsallaştırılması gereken insan yaşamına saygı çerçevesinde günümüz bilim ve teknolojisinin öngördüğü önlemleri dahi almakla yükümlüdür. Her halde, çalışan kimsenin iş güvanliği , işçinin kendi dikkatine bırakılamaz. “ Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, 17.04.1984
4 - “ İşverenin sorumlu olabilmesi için, zararı meydana getiren sigorta olayı ile işveren arasında uygun neden – sonuç bağının bulunması gerekir. “ Yargıtay 10. Huk. Dair. 13.07.1972
5- “İş Kazasında malul kalan işçinin maluliyet oranı %10’dan aşağı olsa bile, işveren tazminatla sorumludur.” Yargıtay 9. Hukuk Dairesi , 24.09.1965
6- “Bir iş kazasının meydana gelişinde işçinin de işverenin de hiçbir kusuru yok ise , iş kazasına uğrayan kazazedenin mirasçılarının destekten yoksun kalmaları sebebiyle işverenden maddi ve manevi tazminat istemeye hakları vardır.” Yargıtay 9. Hukuk Dairesi , 28.06.1966
7- “ Kaçınılmazlık ( Gayrı kabil-i içtinab ) , olayın meydana geldiği tarihte geçerli bilimsel ve teknik kurallar gereğince alınacak tüm önlemlere rağmen zararın kısmen ya da tüm olarak meydana gelmesi durumudur. “ Yargıtay 10. Huk. Dai. 24.03.1983.
8- “ İşverenin yüzde yüz kusurlu olduğu durumda, kaçımılmazlık olgusu dikkate alınamaz. “ Yargıtay Hukuk Genel Kurulu , 11. 04.1984
9- “ İş kazasında, ikinci işverenle birlikte asıl işveren de sorumludur.” Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 22.10.1968
10- “ İş kazasında, taşeron ile işveren birlikte sorumludur.” Yargıtay 9. Hukuk Dairesi,07.07.1970
11- “ İş kazalarını önlemek bakımından işveren sadece işin niteliğine uygun kişisel koruyucu malzeme vermekle yükümlü olmayıp, verilen malzemenin kullanılmasını ve bunun uygulanıp uygulanmadığını sürekli ve etkin bir şekilde denetlemekle de yükümlüdür. “ Yargıtay 9. Hukuk Dairesi , 16.06.1988
Bundan sonraki süreç Küreselleşme ve Neoliberal dönem olarak adlandırdığımız dönem. 12 Eylül darbesi ve arkasından ANAP İKTİDARI ve koalisyonlar ve 2002 AKP iktidarı. Bu dönemlerde küresel rüzgarlar sosyal develetin, ulusal devletin onların getirdiği kukuk düzenelemelerinin tasfiye edilmesi yönünde esti. Türkiye’nin AB ‘ye girme niyet müzakere sürecine girdiği dönem. Bu dönemdeki iş yaşamı ile ilgili hukuk düzenlemeleri bu rüzgarın etkisi doğrultusunda oldu.
- Bir yönüyle ileri Avrupa ülkelerinin uzun mücadelelerle kazandığı haklar kerhen de olsa mevzuatımıza giriyor.
- Diğer yandan da Milli kurtuluş savaşımızın ve Cumhuriyet devriminin halkçı geleneğinin ve modern sosyal devlet geleneğinin kazanımları, onların izleri yasalardan silinmeye çalışıldı. Hala da devam ediyor, sile sile bitirilemiyor.
Özelleştirme , esnek çalışma, taşeronlaştırma gibi gelişmeler, işçilerin sosyal devlet mirası kazanılmış haklarının kullanılamaz hale getiriyor, sendikasızlaşma yaygınlaşıyor. Bu süreç bir süre 1475 sayılı yasada ve ona dayanan tüzüklerde değişiklikler yapılarak yürüdü.
2003‘de yeni bir iş kanunu 4857 sayılı İŞ KANUNU kabul edildi. Bu kanunun 5. Bölümü (77 … 89 maddeleri) 1475’de olduğu gibi İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ bölümüdür. Yukarki sakıncaları yanında İş Sağlığı ve Güvenliği bölümü 1475’e göre daha kapsamlı, yeni teknikleri, ILO ve AB normlarına, küresel sermayenin istek ve ihtiyaçlarına göre biçimlenmiş daha liberal bir iş yasası. Bu kanunun 5. Bölümü maddelerine dayanarak İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili bir dizi yönetmelikler hazırlanırken, sanki mevcut kanun ve yönetmelikleri uygulamışlar da yetmemiş gibi ayrı bir İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ Kanunu daha gündeme getirildi.
30 Haziran 2012’de resmi gazetede yayınlanan 6331 sayılı İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU mevzuatımıza girdi. Bu kanun aslında 4857 sayılı Kanunun Beşinci Bölümünü ayrı bir kanun olarak düzenlemenin dışında önemli bir yenilik getirmemektedir. Ancak bundan sonra bütün uygulama yönetmelikleri sil baştan yeniden yazılmaktadır. Kanun Yayınlanalı 2 yıl geçmesine rağmen yönetmelikleri henüz tamamlanmış değil. Ayrıca yürürlük zorunluluğa sürekli erteleniyor. İlk çıkan kanun metnine göre bütün hükümleri 1 Temmuz 2014 de yani önümüzdeki 1 Temmuzda yürürlüğe girecekti. Fakat geçen yıl çıkan bir torba yasa ile tam yürürlük tarihi 2 sene ertelendi, 1 Temmuz 2016’ya ötelendi. Ve işin en ilginç yanı da devlet kendi işyerlerini EN SON UYACAKLAR sırasına koyuyor. Devletin kendi vatandaşının ,çalışanının sağlığını ve güvenliği sağlamak üzere öncü ve örnek olması gerekirken , kendini en arka sıraya koyması DEVLETİN BU İŞE CİDDİYETSİZ YAKLAŞIMINI gösteriyor. Malum imam osurunca cemaatın ne yapacağını biliyoruz.
İş Sağlığı ve gvenliği ile ilgili Batı cephesindeki gelişmeleri irdelerken sonunda İngiltere başta olmak üzere, soruna salt çalışanların sağlığı ve güvenliği ile sınırlı olmayan çevreyi de kucaklayan bir yaklaşımın benimsendiğini ifade etmiştik. Bu anlayışla İngiltere’de bu disiplin kısaca HSE ( Sağlık, Güvenlik ve Çevrenin korunması ) olarak adlandırıldığını belirtmiştik. Bu yaklaşım giderek dünyaca da , bu meyanda ülkemizce de benimseniyor. Örneğin, Büyük Endüstriyel Kazaların Kontrolu Hakkındaki Yönetmelik Çevre ve OB tarafından yayınlanmış yürütülüyordu. Bu yönetmelik değiştirilmeden yeniden yazıldı, yürütme görevi ÇSGB ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verildi. Keza Yangın yönetmeliği Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile İçişleri bakanlığı tarafından hazırlanmış, yürütme görevini doğrudan Bakanlar Kurul üslenmiştir. Yeni mevzuat bu tür Kaza, yangın , doğal afet gibi ACİL DURUMLARLA MÜCADELE ve KONTROL ALTINA ALMA görevini İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ birimlerine vermiştir. Acil Durum Planları Yapmak ve Acil durum Ekipleri kurmak . Şimdi bunlar hakkında bilgi vererek konuyu sonlandıracağım.
Acil durum; Ölümlere, yaralanmalara, maddi kayıplara, çevre tahribatına neden olan veya işyerini çalışamayacak durumda bırakabilen, beklenmeyen, ne zaman nerede olacağı bilinmeyen olağan dışı olay veya olaylar zinciridir.
Acil durum; Yerel birkaç kurum veya kuruluşun imkanlarıyla kontrol altına alınamayacak büyüklükte, ülke ve veya ülkeler genelinde koordinasyon ve yardımlaşmaya gerek duyulacak ölçekte ise, bu olaya “afet” diyoruz.
Acil Durum veya Afetler kök nedenlerine göre 3 grupta incelenir:
1- TEKNOLOJİK kaynaklı olanlar : YANGIN / PATLAMA / NÜKLEER KAZA /
KİMYASAL MADDE DÖKÜNTÜSÜ / SIZINTISI / DIŞ ÇEVRE KAZALARI /
BİLGİ İLETİŞİMİ veya HABERLEŞMENİN KESİLMESİ
2- DOĞAL NEDENLERE DAYALI OLANNLAR : DEPREM / VOLKAN / TSUNAMI / METEROROLOJİK ( kasırga, yağmur, kar… ) / SEL , HEYELAN.
3- SOSYAL – SİYASAL : SABOTAJ, TERÖR, KARŞIKLIK, SAVAŞ HALİ
Acil durumların zararları, genellikle kendi doğrudan etkileri ile sınırlı değildir. Bir endüstriyel kaza, bir başka endüstriyel kazayı tetikler, bir doğal afet birçok endüstriyel kazayı tetikler. Bu etkileşimleri biz yakın geçmişte yaşadık. 17 Ağustos 1999 depremi sonucunda İzmit’te rafineri yangını , Yalova Aksa Fabrikasından çevreye zararlı kimyasal (Akrilonitril ) sızıntısı oldu. Büyük sayıda Yalovalı göç etmek zorunda kaldı. Daha yakın zamanda aynı AKSA fabrikasında elyaf deposunda yangın çıktı. Rüzgarın ters yönde esmesi yangının kimyasal ( Akrilonitril ) tanklarına ulaşmasını önledi, büyük bir felakete ramak kaldı.
Dünyadan bir örneği yakın geçmişte izledik. Japonya’da Deprem, O’nun tetiklediği Tsunami ve Nükleer kaza zinciri, bu tür afetlere karşı çok iyi örgütlenmiş bir ülkeyi bile çaresiz bıraktı.
ACİL DURUMLAR bir anlamda sağlık, güvenlik, çevre ile ilgili risklerin beklenmeyen bir zamanda ve mekanda olağanüstü yoğunluk ve yaygınlıkta ortaya çıkması hali de diyebiliriz.
Mevzuatımız gereği İşyerlerinde kurulması öngörülen Sağlık ve Güvenlik birimleri aynı zamanda Afet ve Acil durumlarla mücadele için de görevlendirimişlerdir. İşyerlerinin tehlike sınıfına ve çalışan sayısına göre İSGB ( İşyeri sağlık ve Güvenlik Birimi ), İSGK ( İşyeri Sağlık ve Güvenlik Kurulu ) adları ile kurulan bu örgütsel birimlerin; Acil Durum Planları hazırlamak , Acil durum Mücadele Ekipleri (Yangınla Mücadele, Sağlık İlk yardım, Koruma, Kurtarma ekipleri) kurmak bu ekiplere katılan personeli eğitmek , tatbikatlar yapmak gibi görevleri vardır. Eğer hakkıyla ve ciddiyetle uygulanırsa deprem ülkesi olan ülkemiz için önemli bir kazanım olacak, hem işyeri kazalarını, hem de doğal ve yapay afetleri daha az can kaybı ve maddi hasarla atlatma imkan ve kabiliyetimiz artacaktır.
Bunun için de konunun birinci derecede sorumluları olan DEVLETİN ve İŞVERENLERİN CİDDİYETE zorlanması gerekiyor. Bu da toplum olarak Sağlık , Güvenlik ve Çevre ile ilgili bilgi, bilinç ve kültütrmüzün yükseltilmesi, hükümetler ve işverenler üzerinde güçlü bir baskı oluşturulması ile mümkündür. Bu iş onların vicdanlaına bırakılırsa , maalesef FITRATLARINDA öyle bir kavram bu sınıfın çok azında var.
Halkın bilgi, bilinç ve kültür düzeyinin yükseltilmesinin araçları belli. Okul eğitimleri, ilgili
resmi kurumnların çalışmaları, yaşamın kendisi, işyeri eğitimleri, sivil toplumun katkıları, Medya….
6331 sayılı İSGK bu konuda özellikle Medya’ya eğitici yayın yapma zorunluluğu getiriyor.
EK MADDE 2 – Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu ile ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan özel televizyon kuruluşları ve radyolar; ayda en az altmış dakika iş sağlığı ve güvenliği, çalışma hayatında kayıt dışılığın önlenmesi, sosyal güvenlik, işçi ve işveren ilişkileri konularında uyarıcı ve eğitici mahiyette yayınlar yapmak zorundadır. Bu yayınlar, asgari otuz dakikası 17:00-22:00 saatleri arasında olmak üzere, 08:00-22:00 saatleri arasında yapılır ve yayınların kopyaları her ay düzenli olarak Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna teslim edilir. Bu saatler dışında yapılan yayınlar, aylık altmış dakikalık süreye dahil edilmez. Bu programlar, Bakanlık ve bağlı ve ilgili kuruluşları, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ile ilgili diğer kamu kurum ve kuruluşları ile bilimsel kuruluşlar, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları veya sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanır veya hazırlatılır. Hazırlanan programların, Bakanlığın olumlu görüşü alındıktan sonra Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından radyo ve televizyonlarda yayınlanması sağlanır.
HA Yardımcı Barış TV de program yapıyor . Medya bu görevini ne ölçüde yapıyor bizi aydınlatabilir. Ben ÇSGB’nın klişeleşmiş reklam spotlarının dışında düzenli bir yayın görmedim. Kitlesel ölümlü kazalardan sonraki rating amaçlı programlar hariç.
AHMET AKKÜÇÜK / 08.06.2014
Kaynak: / Tarih: 8.06.2014 00:00:00 / Okunma = 1062657