Bu yazı nasıl yazılır bilemiyorum...

“Adalet yok” desem, ne kadar anlamsız…

“Yargı bitmiş” desem, artık ne anlamı var…

“Hukuk tükendi” desem, saçma…

Emin Çölaşan; 3 yıl 6 ay 15 gün…

Necati Doğru; 3 yıl 6 ay 15 gün…

Metin Yılmaz; 3 yıl 4 ay…

Mustafa Çetin; 3 yıl 4 ay…

Yücel Arı; 2 yıl 1 ay…

Gökmen Ulu; 2 yıl 1 ay…

Yonca Yücekaleli; 2 yıl 1 ay…

İktidardakiler “muhterem hoca efendi” derken, SÖZCÜ nün bu yiğit gazetecileri “FETO” diyorlardı, dün haklarında verilen hapis cezaları için siz ne diyebilirsiniz?..

Söyleyin…

“Benim ne mal olduğumu ilk kez bu gazeteciler ortaya döktüler” diye FETO ceza verebilseydi arkadaşlarımıza, işte bu kadar olurdu…

Laf üretmenin dışında etkisiz siyasi partilerin, günü kurtarmak derdinde olan liderlerin, ürkmüş basın kuruluşlarının, Saray a yapışmış baroların, çoktan teslim olmuş üniversitelerin, sendikaların, sivil toplum örgütlerinin…

Kimsenin “Siz ne yapıyorsunuz?” diye kıpırdayacak hali yok…

Bir tek o var…

Bir papatya alıp gazetenin önüne gelen o yaşlı hanımın yüreğindeki mahkeme… Telefonda konuşamayan o okurumuz… Sokakta arkadaşlarımızı görünce ağlayıp boyunlarına sarılan vicdan denilen o yüce mahkemenin üyeleri… Küçük kızın kapıya bıraktığı “Emin amcasına” yazdığı o buruşuk mektup…

Bir tek onlar var…

Yeryüzünün en yüce mahkemesidir:

Kamuoyunun vicdanıdır o…

Aslında dün kimin mahkum olduğunu göreceksiniz…