DEVLET OLMANIN YÜKÜMLÜLÜKLERİ
Dünyanın hangi tarihinde, hangi
coğrafyasında olursa olsun bir devletin egemenlik sınırları içinde bir örgütün
savaş yığınağı yapması, yol kontrollarına yeltenmesi, hendekler kazıp patlayıcı
düzenekler yerleştirmesi, illegal
yapılanmalar teşkil etmeye kalkması DEVLETE SAVAŞ AÇMA anlamına gelir. Bunun
başka anlamı yoktur, bu nedenle savaşı çıkaran PKK’dır. hangi ideolojik-
politik düşünceye sahip olursa olsun, sorumluluk sahibi her hükümetin yapması
gereken hareket bu fiilleri bertaraf etmektir, bu bakımdan iktidardaki hükümet yapılması
gerekeni yapmaktadır. Eğer ilerde PKK’ye devlet kurmak müyesser olursa kürtlere
böyle özgürlükler tanımayacaktır, tanımamalıdır da. Bu gerçeği göremeyen
solaklara bir hatırlatma, 1917 Ekim devriminden sonra, Devrime katılan
partilerden Sosyalist Devrimciler, Anarşistler de kantonlar, alternatif sovyetler kurmaya,
terör eylemlerine yeltendiler, hatta bir
sukast ile Lenin’i ölümcül bir şekilde yaraladılar. Devrim hükümeti “ Biz bu arkadaşlarla devrimi beraber yaptık, onlar
da istediklerini yapsınlar, ne olacak canım … “ demedi. Devlet olmanın gereğini
yaptı, yapılması gerekeni yaptı, şiddeti şiddetle bertarafa etti.
2- SAVAŞI KİM, NEDEN, NE KAZANMAYI UMARAK ÇIKARDI
Terör örgütü yandaşları herkesi cahil zannediyorlar, iç siyasi kutuplaşmanın körleştirdiği muhalif kesimleri savaşı devlet çıkardı propagandasına inandırmaya çalışıyorlar ve başarılı da oluyorlar. Bu arkadaşlar, kendilerini gerilla olarak adlandırıyorlar, biz de aynı adla anacağız. Gerilla’nın düzenli ordudan en önemli farkı, SAVAŞI istediği zamanda ve istediği MEKANDA yapabilme yeteneğine ve esnekliğine sahip olmasıdır. Gerillanın istemeden, mecburen savaşa girmesi diye bir şey yoktur. PKK istemese idi savaşa girmezdi, bu da PKK’nın başarısı, düzenli ordunun başarısızlığı kabul edilirdi. Düzenli ordu gerillayı yakalayamamış olurdu.
Egemen bir devletin, toprakları üzerinde silahlı çatışmalar çıkarmak,
hava bombardımanları yapmak, hiçbir devlete, millete ve hükümete şan , şeref,
itibar ve saygınlık kazandırmaz. Çatışmayı devletin başlattığı iddiası hem akıl dışıdır, hem de görünen gerçeklere aykırı bir
iddiadır.
PKK Savaşı neye çıkardı, hangi hesaba dayandı sorusunun gerçek yanıtı ilerde anlaşılacaktır. Ancak bugün bazı varsayımları ileri sürebiliriz.
Beğenelim beğenmeyelim, oy verelim vermeyelim (şahsen benim oy vermediğim ve vermeyeceğim bir partidir), AKP hükümeti kürt sorunu üzerindeki tabuları yıkan, birçok eleştiri almasına rağmen, terör örgütü ile devleti aynı masaya oturtan bir partidir. Barışçı çözüm, siyasi çözüm seçeneklerini, hem halka hem de devlet kurumlarına benimsetme yolunda önemli ilerlemeler sağlamıştır. Bu Cumhuriyet tarihinde bir ilktir. Son 3-5 yıldır barışçı çözüm, demokratik çözüm girişimlerinin konuşulduğu ve silahların sustuğu bir dönem yaşadık. Bu PKK’nın bir kazanımı idi. PKK bu kazanımlarını yok edecek böyle bir savaş ilanına neden yeltendi? Benim varsayımlarım şöyle :
- Bu davranış PKK’nın barış ve demokrasi kavramlarını, tıpkı AKP’nin demokrasi treni gibi, asıl hedefine ulaşmak için bindiği geçici bir tren olarak görmekte olduğunu gösteriyor. Barışçı çözüm ve ortak yaşamı hedefliyorsak gelecek kuşaklara kanlı hikayeler bırakmamaya da özen göstermemiz gerekir. Bu özenin gösterilmeden; söylenen barış – demokrasi söylemleri, savaş ile ayrılma gizli ajandasına örtü olarak kullanılmaktadır? ( Buradan ayrılmaya karşı olduğum düşünülmesin. Ben, barışçı bir ayrılmanın da rasyonel çözüm olabileceğini düşünüyorum.)
- Bölgesel dış kaynaklı gelişmeler ve özellikle Suriye iç savaşı nedeni ile oluşan konjonktürde PKK gizli ajandasının uygulama fırsatının geldiğini varsaymıştır. Bir taraftan Türkiye içinde savaş yığınağı yaparken, dışardan da Suriye sınırı boyunca, kuşatma stratejisi uygulamaya başlamıştır. Suriye sınırı boyunca da yeni Kandil’ler, Hakurk’lar inşa ederek Türkiye’ye karşı savaş cephesini genişletme stratejisini uygulamaya başlamıştır. Barışçı çözüm seçeneği yerine SELDEN KÜTÜK KAPMA fırsatını tercih etmiştir.
- PKK, küresel ve bölgesel emperyal güçlerden destek taahütleri almıştır. IŞID veya DAEŞ terör örgütünün PKK’ya hediye edilmiş bir kum torbası olduğu konusunda birçok nesnel gösterge var. PKK bu kum torbalarını yumruklayacak, Küresel emperyal güçler hava desteği ile beraber PKK’yı Dünya Kamuoyuna alkışlatacaklar. PKK bu konjonktürel koşullara ve emperyal güvencelere dayanarak TC devleti ile düelloye girişmiştir. ABD’nin ve yakın gelecekte muhtemelen Rusya’nın Kara Gücü ünvanını kazanmıştır.
3- TÜRKİYE HÜKÜMETİ PKK EYLEMLERİNE SEYİRCİ KALSA NE OLURDU ?
Irak , Suriye, Libya ve diğer bir düzine islam ülke halklarının yaşadıkları zulmün en yakın tanığı Türkiye halkıdır. Bu ülkelerde insanlar evlerinde yaşama, sokaklarında dolaşma, tarlalarını ekip biçme, fabrikalarını çalıştırma, çocuklarını okula gönderme özgürlüklerinden yoksunlar. Mülteci durumuna düşmüşler. En seçkin eğitilmiş nüfus ülkelerini terkediyor. Kaybettikleri sadece bugünleri değil, geçmiş tüm maddi- insani birikimleri haraboluyor, gelecekleri tüketiliyor. İngiltere’deki Nijeryalı doktor sayısı Nijerya’daki doktor sayısından fazla. ABD’deki Somali’li doktor sayısı, Somali’deki doktor sayısından fazla. Bugün Türkiye 2 milyondan fazla mülteci’ye ev sahipliği yapmaktadır. Gün geçmiyor ki Akdeniz’de mülteci taşıyan bir tekne batıp onlarca insanın ölümüne tanık olmayalım. Yaşanan bu zulümlerin en yakın tanığı Türkiye’dir. Çevresinde cereyan eden bu olaylar yeteri kadar endişe ve korku yaratırken, bunun üzerine PKK’nın devletle düelloya girişmesi Türkiye halkındaki güvenlik endişesinin tavan yapmasına neden olmuştur. O nedenle TERÖR birinci derecede öncelikli endişe kaynağı olmuştur. Halkın bu endişesi de yersiz bir endişe değildir. Etrafındaki ateş çemberinin ortasında, ortak kültürel geçmişi paylaştığı islam ülkelerinin yaşadığı iç savaşlar, kargaşa ve kaos tehlikesi Türkiye için de gerçek bir tehlikedir. Türkiye’nin böyle bir kaosa sürüklenmesi bölge halkları, Türkiye halkları için ve tüm Dünya için bir insanlık faciası olacaktır. Bölgedeki terör sarmalına tutulmuş ülkelerin halklarına Türkiye ev sahipliği yapıyor. Türkiye böyle bir sarmala kapılırsa Türklerin ve Kürtlerin gideceği yer yok.
Her sorumlu hükümet böyle bir tehlike karşısında seyirci kalamaz. Teröre karşı tedbir ertelendikçe insani maliyetleri de artar. Terörle mücadeleyi erteleme zamanı aritmetik dizi olarak artarsa, mücadelenin insani maliyeti geometrik dizi olarak artar. Bugün bu operasyonların insani maliyeti yüzlerle ifade edilmektedir. Eğer bu mücadele birkaç yıl ertelenirse insani kayıplar yüzbinlerle ifade edilecektir. O nedenle Devletin vicdanı ve aklı bu terör matematiğine göre düşünmek ve davranmak zorundadır.
4- TERÖRLE MÜCADEEDE MASUM YURTTAŞLARIN MAĞDURİYETİ GERÇEĞİ
Her savaşta olduğu gibi terörle mücadele savaşında da masum insanlar da mağdur olmaktadır. Ne yazık ki savaşların genel kanunudur bu. Bütün savaşların mağdurlarının büyük çoğunluğu masum mağdurlardır. Eğer öyle olmasa, savaşlarda gerçek sorumlular mağdur olsa, Dünyada savaş diye bir şey kalmaz. Eğer bu savaşta Kandil ‘deki uyuşturucu baronları, Waşington’daki, Brüksel’deki, Londra’daki, Moskova’daki, Telaviv’deki beyaz eldivenli eşkiyalar ölecek olsaydı, böyle bir savaş olmazdı.
5- SON SÖZ OLARAK ;
Kürt kökenli yurttaşlarımız ve kürtler adına siyaset yapanlar gerçekten barış, demokrasi, birlikte - kardeşçe yaşama iddialarında samimi iseler şu şartları kabullenmelidirler:
5.1-Şiddete dayalı çözüm yollarını terketmelidirler. Gelecek kuşaklara kanlı hikayeler bırakarak barış içinde birlikte kerdeşçe yaşamayı başaramayız.
5.2- Dış güçlerin, emperyal güç odaklarının desteğine güvenerek Türkiye devletine karşı savaşmaktan vazgeçmelidirler. Hırant Dink’in öldürülmeden önceki Diyarbakır ziyaretinde yaptığı konuşmadan ders çıkarmalıdırlar. Hırant Dink bu konuşmasında Kürt yurttaşlara Ermenilerin 1. Dünya savaşında düştüğü hataya düşmemelerini, emperyalist ayartmalara güvenmemelerini tavsiye etmiştir. Ancak Hırant Dink cinayetini her vesile ile sömürenler Rahmetli’in bu konuşmadaki tavsiyelerini hiç hatırlamazlar.
5.3- Etnik temele dayalı siyasi örgütlenmeden vazgeçmelidirler. Etnik ve dini temele dayalı siyasi örgütlenme modeli Türkiye’yi Lübnanlaştırmaya götürür.
5.4- Barış içinde birlikte yaşayabilmemiz için saygı duyduğumuz ortak bir hikayemizin, tarihimizin olması lazımdır. Ortak ülkü ve değerlerimiz ( bayrak, vatan ) ve ortak bir dilimizin olması lazımdır. Eğer bunların hiçbirinde ortaklaşamıyorsak birlikte yaşamamızın gerekliliğini sorgulamamız gerekir. “ Birlikte yaşamamızın bir anlamı var mı ? “ sorusunua yanıt aramamız gerekir.
AHMET AKKÜÇÜK / 03.12.2016
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 4.01.2016 00:00:00 / Okunma = 4394