Her seçim sonrası olduğu gibi 1 Kasım 2015 seçimlerini takibeden günlerde de bir değerlendirme furyası başladı ve devam ediyor. Herkes kendi mezhebine ve meşrebine göre değerlendirmeler yapıyor, kendsinin ve sıradan halkın kafasında oluşan sorulara yanıtlar arıyor. En çok yanıtı aranan soru da şu: Ne oldu ve nasıl oldu da 7 Haziranda AKP’nin kaybettiği oylar tekrar geri döndü ? İktidarın yolsuzluklarına, özgürlük kıstlayıcı baskılarına rağman bu nasıl oldu ?
Siyasi partiler yönetim organlarında kapalı değerlendirmeler yaptılar, Bizim duymamızı istediklerini bize aktardılar. Esas olarak seçimin kaybeden tarafı muhalefet ve özellikle ana muhalefet partisi CHP olarak, Sayın genel başkan bir değerlendirme açıkladı. “Çok olağanüstü bir dönemden geçtik, bu nedenle sonuç böyle oldu … “ dedi. Yani halk arasındaki bir deyişle “Yağmur yağdı böyle oldu”.
Seçimlerden sonraki kamuya açık ilk değerlendirme toplantısını seçimden 2 gün sonra 4 Kasım Çarşamba günü SODEV ( Sosyal Demokrasi Vakfı ) ve diğer bazı vakıflarla birlikte yaptı. 2 uzman araştırmacı seçimden hemen sonraki siyasi tercih değiştirmelerinin olası nedenleri üzeride yaptıkları araştırmaları sundular. KONDA araştırma şirketi yöneticisi BEKİR AĞIRDIR ve Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof Dr. ERSİN KALAYCIOĞLU sunuşlar yaptılar.
Sn Bekir Ağırdır sunuşunun başında, çarpıcı bir giriş yaptı, mealen şöyle dedi. “Yaptığımız araştırmalardan çıkardığımız sonuç; bu değişimi bildiğimiz sosyolojik, politik bilgi ve kültürel argümanlarla, bildiğimiz hikayelerle, paradigmalarla açıklamak mümkün dediğl… Eğer muhalifler olarak bir başarı elde etmek istiyorsak bildiğimiz bütün hikayeleri sorgulamamız, bütün düşüncelerimizi, üslubumuzu, davranışlarımız ( hal ve gidişimizi ) gözden geçirmemiz gerekiyor…“ Bu yaklaşım benimde katıldığım bir yaklaşım, her zaman yapılması gereken bir hareket. ilk sorgulamamız gereken de GÜVENLİK - ÖZGÜRLÜK ikilemi üzerindeki yaklaşımımızı ve tercihlerimizi gözden geçirmemiz gerekiyor.
Sn Ersin Kalaycıoğlu sunduğu çalışmasında bir konuya vurgu yaptı. Vatandaşa sorulan sorulardan biri şöyle ; “ Sence Türkiye’nin bugün en önemli sorunu nedir ? “ . Bu soruya yurttaşların %55’i “ TERÖR “ yanıtını veriyor. Konuşmacı böyle yaygın bir terör endişesine 90’lı yıllarda bile tanık olmadıklarını, vatandaş gözünde TERÖR’ün ilk defa bu kadar yüksek oranda ve ilk sıradaki sorun olarak yer aldığını ifade ettiler.
Sayın KILIÇDAROĞLU’nun olağanüstü hal vurgusu ve Sayın Kalaycıoğlu’nun araştırma sonucunda saptadığı halkın büyük çoğunluğunun taşıdığı terör korkusu ve güvenlik endişesi seçim sonuçlarının tayin edici parametresi olarak karşımıza çıkıyor. Bu da Sayın Bekir Ağırdır’ın önerdiği “ Hal ve gidişi “ gözden geçirmede işe nereden başlamamız gerektiğini bize söylüyor. GÜVENLİK – ÖZGÜRLÜK ikilemine bugüne kadarki yaklaşımımız acaba doğrumudur, gerçekçi midir ?
AVAMIN VE HAVASIN ÖZGÜRLÜK TALEPLERİ ve
GÜVENLİK – ÖZGÜRLÜK İKİLEMİ
Ülkemizdeki siyasi akımlar Güvenlik x Özgürlükler ikileminde hep tek yanlı bir bakış açısı ve tavır sergilemektedirler. Biri diğerini yok eden 2 kavram gibi algılanmaktadır. İktidar sahipleri Güvenlik sağlamak için mutlaka özgürlüklerden feragat etmek gerektiğini düşünürken, muhalefet kanadı da güvenlik sağlamak için atılan her adımı özgürlükler için bir tehdit olarak algılamaktadırlar. Bu yaklaşımlar içinde yanlışları ve doğruları iç içe yaşatan doğanın ve yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi diyalektik birliği barındırmaktadırlar. Ayrıca toplumun farklı tabakaları için farklı anlamlar ifade etmektedirler.
Sorunu, toplumları kadim tarihçilerin ayırdıkları gibi iki ana tabakaya ayırarak ele alacağız. Türkçemizdeki HALK ve SEÇKİNLER, Osmanlıca’da veya Türk – İslam kültüründeki karşılığı olan AVAM ve HAVAS veya batı dilerindeki ELİTE ve PEOPLE olarak. Kısaca bu kavramları açıklayalaım.
Halk veya Avam dedimiz toplum tabakası çalışan , üreten, vergi ödeyen askerlik yapan, evlenen, çocuk doğuran kendini ve toplumu yeniden üreten, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal hayatta söz ve karar sahibi olmayan, zaman zaman bu iddiada bulunarak oyunbozanlık eden büyük çoğunluk, Nazım Hikmet’in deyimi ile Büyük İnsanlık’tır.
Seçkinler veya Havas dediğimiz toplum tabakası, devlet ve ve toplum yönetimine şu veya bu şekilde katılan, gönlünden söz ve karar sahibi olma arzusu geçiren, sivil – asker bürokrasi, dini önderler kadrosu, okur yazar aydınlar ( ulema ), sanatçılar, filozoflar, alimler…vs. Bunlar, eski çağlarda toplumların çok küçük bir azınlığını oluşturuyordu. Toplumların gelişme seviyeleri ile orantılı olarak, okuryazarlığın yaygınlaşması, bilim, kültür, sanat etkinliklerinin yaygınlaşması, siyasal katılımın artmasına paralel olarak günümüzde daha geniş bir toplum kesimini oluşturuyorlar.
Bu iki toplum kesiminin özgürlük beklentileri arasında tarihin eski devirlerindenberi varolan bir açı ( makas ) olagelmiştir. Bu makas toplumların gelişme seviyeleri ile orantılı olarak kapansa da halen devam eden bir açıklık vardır. Halk veya avam dediğimiz çoğunluk, şair değildir, heykeltaraş değildir, filozof değildir, din adamı vey bürokrat değildir. Halk dediğimiz büyük insanlığın beklediği özgürlükler; evinde güven içinde oturabilme, uyuyabilme, tarlasını işleme, hayvanlarını meralarda güven içinde otlatabilme, avladığı veya ürettiği ürünleri güven içinde pazara götürme, güven içinde satma , ihtiyaçlarını satınalıp, evine güven içinde dönebilme özgürlükleridir. Bu özgürlükler, tarihte büyük çoğunlukla KILICI KESKİN imparatorlar tarafından sağlanan güvenlik ortamında ( kamu düzeninin tesis edildiği ) yaşayabilmektedir. Çoğu zamanda bu kılıcı keskin imparatorların otoriteleri, seçkinlerin özgürlük beklentileri ile çatışmaya girmiştir.
Bu nedenle tarihte kılıcı keskin imparatorlar geniş halk kiteleri tarafından sevilmiştir. Bu gerçek doğuda da böyledir, batıda da böyledir. Bizim bazı tanzimat kafalı seçkinlerimizin iddia etikleri gibi sadece bize ( doğuya ) özgü değildir, evrenseldir. Batı siyaset tarihi başlı başına bir SEZAR KÜLTÜ yaratmıştır. Sezar Roma’da Cumhuriyeti yıkıp imparatorluk kuran bir lider. Avam gözünde popularitesi o kadar yüksek ti ki, kendisinden sonra gelen imparatorlar, O’nun adının kendi dillerindeki karşılıklarını kendilerine unvan olarak seçerek, popularite kazanmaya çalışmışlardır. Prusya imparatorlarının kullandığı, Kayzer ünvanı, Rus imparatorlarının kullandığı Çar ünvanları, Sezar isminin o dillerdeki karşılıklarıdır. Batı siyaset kültüründe önemli yeri olan Machiyavelli, Hükümdar isimli eserinde “ İyi Zulüm, Kötü Zulüm “ tanımları yapıyor.
Doğuda, bizim kültürel geçmişimiz olan islam uygarlığında “ Emir’e itaat sünnettir “ hadisi vardır. (Buradaki Emir, fiil değil, hükümdar anlamındadır.) İmam Gazali bu hadisin doğruluğunun ve gerekliliğinin mantıki gerekçelerini açıklarken şöyle diyor : “ Kaos ve karışıklık dönemlerinde ümmetin birbirine yaptığı zulüm, en zalim emirin yapabileceği zulümlerden çok çok fazladır….” Bugün, Libya’daki, Irak’taki halkın ( ümmetin ) birbirine yaptığı zulümler, Kaddafi’yi, Saddam’ı mumla aratmaktadır.
Bu kültürel geçmişi, ülkemizin hem coğrafi olarak hem de kültürel olarak içinde bulunduğu islam coğrafyasında yaşananları, ülkemizi tehdit eden terör saldırılarını, siyasi partilerin bu tablo karşısındaki tavırlarını yanyana koyarsak 7 haziran seçim sonuçlarını da, 1 Kasım seçim sonuçlarını da daha iyi anlarız, sonuçlara şaşırmayız.
Irak , Suriye, Libya ve diğer bir düzine islam ülke halkalarının yaşadıkları zulmün en yakın tanığı Türkiye halkıdır. Bu ülkelerde insanlar evlerinde yaşama, tarlalarını ekip biçme, fabrikalarını çalıştırma, çocuklarını okula gönderme özgürlüklerinden yoksunlar. Mülteci durumuna düşmüşler. En seçkin eğitilmiş nüfus ülkelerini terkediyor. Kaybettikleri sadece bugünleri değil, geçmiş tüm maddi- insani birikimleri haraboluyor, gelecekleri tüketiliyor. İngiltere’deki Nijeryalı doktor sayısı Nijerya’daki doktor sayısından fazla. ABD’deki Somali’li doktor sayısı, Somali’deki doktor sayısından fazla. Bugün Türkiye 2 milyon mülteci’ye ev sahipliği yapmaktadır. Gün geçmiyor ki Akdeniz’de mülteci taşıyan bir deniz aracı batıp onlarca insanın ölümüne tanık olmayalım. Yaşanan bu zulümlerin en yakın tanığı Türkiye’dir. Çevresinde cereyan eden bu olaylar yeteri kadar endişe ve korku yaratırken, bunun üzerine PKK’nın devletle düelloya girişmesi Türkiye halkındaki güvenlik endişesinin tavan yapmasına neden olmuştur. O nedenle TERÖR birinci derecede öncelikli endişe kaynağı olmuştur, O’nun için 1 Kasım seçimleri gerçekten olağanüstü koşullarda yapılmış bir seçimdir.
Muhalefet partileri, özellikle ana muhalefet partisi seçimlerin yaşandığı atmosferi doğru okuyamadılar, halkın gerçek endişelerine cevaplayacak bir düşünce davranış ve söylem geliştiremediler. Dünyanın hangi tarihinde, hangi coğrafyasında olursa olsun bir devletin egemenlik sınırları içinde bir örgütün savaş yığınağı yapması, yol kontrollarına yeltenmesi, illegal yapılanmalar teşkil etmeye kalkması DEVLETE SAVAŞ AÇMA anlamına gelir,
sorumluluk sahibi her hükümetin yapması gereken hareket bu fiilleri bertaraf etmektir, bu bakımdan iktidardaki hükümet yapılması gerekeni yapmıştır. Devlet yönetmeye talip bir muhalefet partisinin, özellikle ana muhalefet partisinin ilk söylemesi gereken bu anlamda bir cümle olmalıydı Eleştirilecekse gecikmiş olduğu için eleştirilebilir, operasyonlarda sivil yurttaşların zarar görmemesi için özen gösterilip gösterilmediği takip edilir, varsa kusur o eleştirilir.
Bu tablo karşısında ana muhalefet partisinin yöneticileri, marjinal grupların söylem ve sloganlarına özenti kokan söz ve davranışlar sergilediler. Terör örgütüne karşı güvenlik güçlerinin yaptığı operasyonları yıpratmaya çalışan, küçümseyen, suçlayan bir tavır ve üslup benimesediler. Güvenlik güçlerinin her operasyonunu suçlayan kürt milliyetçilerinin ve marjinal grupların icadettiği “saray savaşı” sloganına sarıldılar. İktidara talip olması gereken bir ANA MUHALEFET PARTİSİNE yakışan tavır bu değildir. Seçimden önce birçok vatandaş bizlere söyle sorular sordular : CHP iktidara gelirse PKK’nın eylemlerine seyirci mi olacak ? Örgütün kentleri, köyleri dağları silah deposu haline getirmesine, yollarda kimlik kontrolları yapmasına, kent sokaklarına hendekler kazıp patlayıcı düzenekler yerleştirmesine müdahale etmeyecek mi ? Bu müdahale yapılmazsa bizim de sonumuz Suriye, Irak ve Libya gibi olmaz mı? Bu ülkelerden kaçan mültecileri biz misafir ediyoruz, biz aynı duruma düşersek biz nereye gideceğiz, bizim sığınacak yerimiz yok ..?. “
7 Haziran seçimi ile 1 kasım seçimi arasındaki AKP’ye yönelik oy kaymasının sırrı vatandaşın kafasında oluşan yukarki sorulardadır. AKP seçmeninin yaklaşık % 8’lik bir bölümü 7 haziran seçimlerinde “ AKP benim tapulu malım değil, benim oyum da AKP’nin tapulu malı değil. Benim beklentilerime cevap verecek, kaygılarımı bertaraf decek herhangibir partiye oyumu verebilirim … “ dedi. Bu oyların normalde iktidar alternatifi olan ana muhalefet prtisine yönelmesi gerekir. Ancak ana muhlefet partisi devlet yönetme sorumluluğu üslenecek, en canalıcı sorun olan halkın güvenlik endişelerine cevap verecek bir düşünce, davranış ve üslup birliği sergileyemedi, ve vatandaş da bu endişelerine cevap verecek en muhtemel partiye yöneldi.
AHMET AKKÜÇÜK / 16.11.2015
Elektrik Yük. Müh.
CHP Beşiktaş İçe Örgütü üyesi
Yazar Sayfası: Yazarın Köşesi: / Tarih: 18.11.2015 00:00:00 / Okunma = 4384